Aşçı’nın araştırmasına göre; “Uşak” Adı, çocuk, at bakıcısı gibi kelimelerden türemiş. İşte o araştırma:
Selçuklu ve Memlüklü Ordularında Uşakiyye Birliği ismiyle yer alan devşirme sipahilerden bahsedilmektedir. Muhammed Said GÜLER'in Moğol istilası ve Aynicalüt Savaşı isimli yüksek lisans tezinde Uşakiyye Birliği şöyle geçer;
Muharebenin en canlı sahnelerinden biri de Sultan Kutuz’un atının öldürüldüğü anda gerçekleşmişti.(...) Sultan Seyfeddîn Kutuz, muharebenin en kızgın anlarından birinde bineksiz kalmıştı. Etrafındaki bazı Memlük askerleri, Sultan’ın öldürmeyip hizmetine aldığı ve kendisine ikramda bulunduğu Moğol çocuğunun ihaneti sebebiyle o çocuğu cezalandırmakla meşgul olmuşlardı. Muharebe tüm hızıyla sürmekteydi. Bu sırada Sultan yaya vaziyette beklemekte, o karmaşık ortamda -uşâkiyyeden- hiç kimseyi görememekteydi. Bir müddet sonra Memlük emîrlerinden Fahreddîn Mama,Sultan Kutuz’un beklediği mahalle intikal ederek kendi atını Sultan’a takdim ettiyse de Sultan bunu kabul etmedi. Emîr Fahreddîn’in bütün ısrarlarına ve hatta yemin verdirmesine rağmen Sultan onun atına binmeyi reddediyordu.
Bu muhabere sonrasında Sultan Kutuz, Fahreddîn Mama’nın takdim ettiği ata binmeye razı oldu. Az sonra uşâkiyye de Sultan’ın yedek atlarıyla birlikte o mevkie ulaştı ve Fahreddîn, Sultan’ın yedek atlarından birine bindi.
Sultan Kutuz’a mensup uşâkiyye grubundan bir kısım memlüklerin şehirdeki bazı müslümanlarla birlik olup hristiyanların ve yahûdîlerin emvalini yağmalamaya teşebbüs etmeleri, Sultan’ın emriyle 30 kadar kimsenin asılarak idamını netice verdi.
Uşakiyye olarak zikredilen bu kelime bazende vuşâkiye olarakta görülmektedir. “Çocuk, gulâm, otagbaşı” anlamına gelen Türkçe “uşak” kelimesinden gelen memlûklerde el-ocakiyye şeklinde de zikredilebilen “el-uşâkiyye/el-vişâkiyye/el-vuşâkiyye” ibârelerinin atların terbiyesi ve bakımından sorumlu olan kişiler için kullanıldığı bilinmektedir. Türkiye Selçuklularında da küçük yaştaki gulâmların “gulâmhâne”adı verilen “gulâm mektepleri” veya “askerî kışlalarda sahipleri tarafından yetiştirildiği bilinmekle birlikte “vuşâkhane (وشاقخانها “(ifadesine rastlanmaktadır. Dolayısıyla “vuşâkhâne” ile gulâmhâne”nin aynı anlamda olmak üzere kullanılmış olduğunu farzetmek daha uygun olacaktır. İbn Bîbî’nin kaydındaki “vuşâkhâne” ile ahır (ıstabl) ifadelerinin ardı ardına kullanılmış olması, “vuşâkhâne” tabirinin saray ahırı veya buradaki görevlilerin kaldığı yer anlamında da kullanılmış olma ihtimalini akla getirmektedir.“Vuşâk” kelimesinin “çocuk, gulâm” anlamına gelen Türkçe “uşak” kelimesiyle alâkalı olduğu şüphesizdir. İbn Bîbî’nin “vuşâkhâne”yle ilgili tek kaydına I. İzzü’d-dîn Keykâvus’un tahta oturması sırasında rastlanır. Bu kayda göre yeni Sultan’ın tahta oturmasından sonra devlet ricâli tarafından takdim edilen at, katır, ay yüzlü gulâm, altın kesesi ve sair eşyadan oluşan hediyeler, hazineye, “vuşâkhâne”ye ve ahıra (ıstabl) teslim edilmiştir.
Türkçe “uşak” kelimesine Arapça müennes nisbe eki getirilerek kurulmuş “uşâkiyye” tabiri,Memlüklerde sultanın seyislerinden, at uşaklarından müteşekkil birliğe isim olmuştur. Uşâkiyye birliği mensupları atların terbiye ve bakımından mesul idiler.
Bkz. Erkan Göksu, “Türkiye Selçuklu Devleti’nde Gulâm Eğitimi ve Gulâmhâneler”, Nüsha: Şarkiyat Araştırmaları Dergisi, VII/24,
(Güz 2007), s. 71.