İşte budur kıvancım, onurum, İstiklal Yolu’ndan;   Akdeniz’i  kokluyorum!

Yıl 1999 kasım ayının son günleri. İl düzeyinde rehberlik çalışmalarımız devam ediyordu. Afyon Kalesi ve Hıdırlık Tepe’sine erken sis çökmüştü. Sandıklı güzergâhında yapılan yol yapım çalışmaları ulaşım hızımızı engelliyordu. Hocalar ilçesindeki çalışmalarımız henüz bitmemişti, TV programı yapmak için il merkezine dönmüştüm. Mesai saatinden önce müfettiş arkadaşlarıma katılmak için sisler içinde erken saatlerde özel arabamla yola çıktım. Görüş mesafesi çok azdı. Eşim, ”Ne olur ne olmaz, teker falan patlarsa ellerin üşür, ateş yakarsın.” diye pardösümün cebine kibrit koymuştu. Antalya yol ayrımına geldiğimde, Sandıklı güzergâhının daha da yoğun sisli oluşu nedeni ile Uşak–Banaz üzerinden Hocalar ilçesine daha rahat gideceğimi düşünerek İzmir yolunu seçtim. Afyonkarahisar sınırını geçtiğimde sis azalmıştı. Dumlupınar rampasını inerken sol yanımda birçok kamyonun beklediğini gördüm. Sanırım sisin dağılmasını bekliyorlardı. Bu düşüncelerle hem hızlanıyor hem de geliş gidişli olan yolda daha dikkatli olmam gerektiğini bilerek ilerlerken karanlıktan, aydınlığa geçmişçesine hava güzelleşmişti.
Banaz ilçesine yaklaşmıştım. Yola yakın ağaçların olduğu boş alanda hareketli bir grup vardı. Otomobiller park halindeydi. Ben de meraklanarak otomobilimi sağa çekip park ettim. Dikkatlice yolun karşısına geçtim. Kalabalığa doğru yürürken birkaç mangalın üzerinde et pişirildiğini gördüm ve orada olmamın uygun olmayacağını düşünerek hemen geri döndüm. Rüzgâr et kokularını bana doğru getirmişti. Yola inip karşıya geçeceğim sırada arkamda tok bir ses “Hele yiğidim, şu cigaramı yakıvesen!” diyen tok bir ses duydum. Bir anda elimde eşimin cebime koyduğu kibriti hatırlayarak geri döndüm. Bana “yiğidim” diye seslenen adam benim iki katım irilikte pehlivan yapılı, kısa aksakallı, Uşak şapkası başında, dinç görünümlü hayata direnen yaşlı bir amcaydı. Göz göze geldik. (Kendim sigarayı bırakalı on yıl olmuştu.) Tebessüm ederek “Bu genç yaşta, ayıp olmuyor mu sigara içmek, bu ülkenin size ihtiyacı var delikanlı!” dedim. Gülümsediğinde yaşlılığı yüzündeki kıvrımlardan okunuyordu. “Bizden delikanlılık geçti yiğidim, yaş 83.”dedi. İkinci defa yiğidim deyişini, küçümser bir tavır gibi algılamıştım aslında. O yaşta bile heybetini koruyordu. “Hâlâ dinçsiniz maşallah, içmeseniz olmaz mı?” dedim. “Yak hele yiğidim!” dedi. Kibriti yakarak, yukarı doğru iki elimle tutarak kaldırdım, o da biraz eğilerek sigarasını yaktı. Derin bir nefes çekerek “Bi dost bu kaldı be yiğidim!” dedi. Gözleri, üflediği sigara dumanlarının kıvrımında umutlarını arar gibiydi. “Peki amca, içmesen daha iyi olur, hoşça kal!” diyerek arabama doğru yöneldim. Bir iki adım attım ki gene arkamdan “Yiğidim nerelisin sen? Pek buralardan birine benzetemedim seni.” diye seslendi. Döndüm; içimden nereyi bilir ki bu köylü amca, dedim. Yine de doğrusunu söylemem gerektiğini düşünerek: “Kastamonuluyum amca!” İri yarı adam hafifçe bana doğru eğildi. Gözlerini hayretle açıp tok bir sesle “Kastamonu mu?” dedi. Gözleri parlıyordu.

Duruşuyla daha da büyüyordu gözümde. “Evet, Kastamonu!” dedim. Sesim biraz yüksek ve titrekti. Elindeki sigarayı attı, ayağıyla çiğneyip ellerini önünde bağlayarak, mahcup bir tavırla: “Özür dilerim.“ dedi. Bu davranışı karşısında şok olmuştum. Hiç bir anlam veremedim. Kastamonuluyum sözünden sonraki tavırları karşısında dondum kaldım. “Deli mi, rol mü yapıyor?” diye düşündüm. Konuşmuyordu, hafif boynunu bükmüştü. Boğazımda bir gıcık oluştu sanki öksürür gibi yapıp “İyi de amca, Kastamonulu olmamın kerameti ne ki sizi bu davranış ve duruşa yöneltti?” dedim. Sağ elinin işaret parmağını havaya kaldırıp Dumlupınar’a doğru sallayarak “Bak yiğidim! Ben O Trikopis’i bu topraklarda yakalayıp susturan Kastamonulu Miralay Halit Bey’in yedi ceddine saygı duyarım.” diyerek ellerini tekrar bağladı. Evet, bu yaşlı delikanlı, 5. Kafkas Tümen Komutanı Kurmay AlbayDadaylı Halit Bey’den söz ediyordu. Şaşkınlığım hayranlığa dönüşüverdi. Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda Şerife Bacı gibi Kastamonuluların bıraktığı izlerle anılmasından sonra Uşak topraklarında da bir Kastamonulunun daha saygıyla anılması, yüreğimi titretti, farklı dünyalara götürdü beni. Geçmişimden gurur duydum.
  Bana, kendimi tanımamı sağlayan bu heybetli insana karşı, içimde bir eziklik bir mahcubiyet bıraktığını, bizlerin de gelecekte onurla anılabilmek için neler yapmamız gerektiğini, bu dağılmışlığımla mümkün değildi . Sesimi ayarlayarak “Peki amca hangi köydensiniz, adınızı bağışlar mısınız?” dedim. “Boş ver be yiğidim! Her köyün bir delisi vardır, beni de adı olmayan deli diye an gitsin. Hoşça kal!” diyerek uzaklaştı. Giderken bir tarihi de yanında götürür gibiydi.Bu tarih yüklü güzel insanı yakından tanıma fırsatını kullanamadığım için yıllardır pişmanlık duyuyorum. Ancak; bu tarih yüklü güzel insan, hayranlık duyduğu bu toprakların asker ve komutanları kadar saygı değerdir. Murat Dağlarında, Emperyalizmin uşağı Trikopis’in, ürkek bir kuş gibi Kastamonulu Miralay Halit Bey’in bakışlarına sığındığını anımsamak, unutulanları yeniden öğrenmek, Karacahisar Gövem Köyü’nden başları omuzlarına yüklenmiş, bu garip yabancı yolcuları izlemek ve 2-3 Eylül 1922 günlerinin önemini, Anıtın kitabesinden alıp beyinlere ve yüreklere kazımak yeniden; işimiz olacaktır.

“Ey Türk Ulusu! Burası 2 Eylül 1922 Cumartesi saat 22.30’da Yunan Orduları Başkumandanı General Trikopis ile maiyetinde bulunanların; Muzaffer Türk Ordularının 5. Kafkas Tümen Komutanı Kurmay Albay Dadaylı Halit Bey tarafından teslim alınan yerdir. Buradan çevreni gururla seyret! Türklüğün istiklal aşkına ve Türk Ordularının kahramanlığına inan ve güvenini tazele, Türklüğün geleceğine hız alarak ayrıl!”
1999 yılı kasım ayının son günlerine döndüm yine. Banaz yakınlarında “Bak yiğidim! Ben O Trikopis’i bu topraklarda yakalayıp susturan Kastamonulu Miralay Halit Bey’in yedi ceddine saygı duyarım!” Seksen üçlük o delikanlı, adını bile söylemeden giderken; insan olma erdeminin, sözde değil, yaptığı işte olduğunu söylüyordu.                                                         YEMEN  TÜRKÜSÜ’NDEN
       İZMİR MARŞI'NA

Yanık bir türküdür sesin!
Yemen’den mi geliyorsun?
Can yoldaşı Şahin Bey’ in    
Antep’ ten mi geliyorsun?
                                                                                                                                                            Çöllerindeydin Fizan’ ın,                       
Akka Kalesi mizanın, 
Erzurum’da tabyaların!
Maraş’ tan mı geliyorsun?

İnanmışım, kurşun geçmez!
Çanakkale hiç geçilmez!
Sam yelleri bize değmez!
Urfa'dan mı geliyorsun?

 Kapkara da olsa sisler,
 Binler, on binler ölseler!
Durduramaz ki denizler
Samsun’ dan mı geliyorsun?

Bağlanmayız zincirlere!
Tutkundur özgürlük bize!
Buna derim kıyam diye!
Sivas’tan mı geliyorsun?

 İnönü’de cephe yaman!
Sakarya’da durdu zaman,
Şafak söktü Ankara’dan!
“Karar” dan mı geliyorsun?

Destanımsın Kocatepe!
Mahşer yeri Çiğiltepe!
Yedi düvel geldi dize
Afyon’dan mı geliyorsun?

Dumlupınar ne kalkıştı!
İzmir canla kucaklaştı
Vatan senle bayraklaştı!
Uşak’tan mı geliyorsun?
ATATÜRK’ e  benziyorsun!!!
   Ali KÜÇÜK                                         Eğitimci/Şair