Garp Cephesi Serbaytarlık Dairesi Dumlupınar Zaferi sonrası Yunan Küçük Asya Ordusu’nu takip eden kuvvetlerin peşi sıra hareket etmektedir. Garp Cephesi Serbaytarlık Dairesi 7 Eylül 1922 günü Oturak Köyü ’ne, 7 Eylül 1922 günü Uşak Kazası’na ve 17 Eylül 1922 günü Ahmetler Köyü ’ne ve 17 Eylül 1922 günü Elvanlar Köyü ’ne ulaşarak , 22 Eylül 1922 günü Alaşehir’e geçmiştir. Serbaytarlık Dairesi’nin İzmir’e ulaşan yolculuğu Garp Cephesi Serbaytar Muavini(Başveterinerlik Dairesi Müdür Yardımcısı) Yüzbaşı Mehmet Turgut (Argun)Bey ’in hatıratında ayrıntılı bir biçimde anlatılmaktadır.
7 Eylül 1922
Garp Cephesi Serbaytar Muavini(Baş Veteriner Yardımcısı) Yüzbaşı Mehmet Turgut (Argun)Bey, 7 Eylül 1922 günü Oturak Köyü'ndeki vaziyeti hatıratında şöyle aktarmaktadır ;
7 Eylül - Bugün tren geldi ve ilk tren alarak biz de bindik, onunla hareket ettik. Afyon’dan üç buçukta hareket ettik. Sırasıyla Balmahmut, Küçükköy, Dumlupınar İstasyon ’larını geçtik ve Oturak İstasyonu’na geceleyin saat dokuzda indik. Bu yolu ihtiyatlı hareket eden trenle beş buçuk saatte kat ettik. Dumlupınar ile Oturak arasında dört, beş ufak tünel geçtik ve bir mühim rampadan çıktık. Geceleyin çadırlar kurduk ve istasyon yakınında çadırlarda uyuduk.
Eylülün haftasına doğru karargâh Afyon’dan trenle hareket ederek Oturak İstasyonu’na geldi. Geldiğimiz tren ilk seferi yapıyordu ve bununla yalnız biz geliyorduk. Demiryollarının ne derece emniyetli olduğu şüpheli ve frenler ise yıpranmış bir halde olduğundan sonradan farkına vardığımız müthiş tehlikelerle adeta fedailik yaparak geldik. Trenle Afyon'dan çıktıktan sonra Balmahmut ve Dumlupınar İstasyon ‘larını gördük. Yollarsa tamamıyla terk edilmiş otomobil ve araba enkazlarıyla doluydu. İstasyonlarda ise toplanabilmiş olan mühimmat ve erzak yığınları duruyordu. Ordu geriden hiçbir şeye ihtiyaç göstermiyordu. Geçtiği yerlerden topladığı erzak ve mühimmat kendisi için kâfi geliyordu. Oturak İstasyonu civarında çadırlarımızı kurduk ve burada üç dört gün kaldık.
8 Eylül 1922
Garp Cephesi Serbaytar Muavini(Baş Veteriner Yardımcısı) Yüzbaşı Mehmet Turgut (Argun)Bey, 8 Eylül 1922 günü Oturak Köyü'ndeki vaziyeti hatıratında şöyle aktarmaktadır ;
8 Eylül - Oturak Köyü’nü görmüyoruz. İstasyon civarı ganimet dolu. Tel örgüler var Sağ ilerimizde, Murat Dağları ormanlıklarından silah sesleri geliyor. Dağdan Yunan ordusundan tek tük askerler bu ormanlara kaçmışlardı, takip olunuyorlar.
Tren buradan bir istasyon ileride olan Banaz'a kadar işlemeye başlamıştı. Oturak ’tan güney ufuklarına doğru yayılan ve esaslı muharebelerin cereyan ettiği tepeler görünüyor. Kuzeye doğruysa Murat Dağları yükseliyordu. Geceleri etrafımızdaki tepelerden ve ormanlıklardan silah sesleri geliyordu. Düşman tamamıyla bozulunca büyük bir kısmı esir olduğu gibi, bir kısım askerleri de bu dağlara ve ormanlıklara güya saklanmak için kaçmışlardı ve yayılmışlardı. İşte takip müfrezeleri bu dağılanları toplamakla meşguldü. Yine bir günün herhangi bir zamanında bizim kademenin Uşak'a gideceği haber verildi.
9 Eylül 1922
Garp Cephesi Serbaytar Muavini(Baş Veteriner Yardımcısı) Yüzbaşı Mehmet Turgut (Argun)Bey, 9 Eylül 1922 günü Oturak Köyü'nden Uşak’a yaptıkları yolculukta Uşak Cephesi’ndeki vaziyeti hatıratında şöyle aktarmaktadır ;
9 Eylül - Bugün Oturak ‘tan da hareket için hazırlandık, İlk kademeyle aramız çok açıktır. Havadisler hamdolsun iyidir. Öğleden sonra düzensiz kafileler halinde, bir otomobile dört arkadaş atlayarak hareket ettik. Biraz sonra otomobil bir batağa saplandı. İki saat sonra kurtardık, yolumuza devam ettik. İslâmköy’ü ve Banaz İstasyonu’na geldik. Buradan da hareketle ormanlıklardan geçtik. Uşak’a iki saatlik mesafeye geldik. Otomobil yolların bozukluğundan ve karanlıktan devam edemedi. Biz dört arkadaş yola çıktık. Gedikönü ve daha iki köyden geçerek dört saat geceleyin yollarda yürüdükten sonra alafranga saat birde saat birde Uşak’a girdik. Bugün sabah saat onda I. Süvari Fırkası İzmir'e girmiştir. Bursa’ya da yaklaşılıyor, Geceyi bir kahvede soğukta geçirdik.
Her zamanki gibi bulabildiğimiz arabalara eşyamızı attık. Fakat birçoğumuz açıkta kalmıştık. Şimdi bizi Uşak a nakledecek vasıta arıyorduk. İkindi üzeri oradan geçen bir yük otomobiline yükünün fazlalığına rağmen bindirilenler arasında biz de akşama doğru Uşak yolunu tuttuk. Yolda otomobil bir çamura saplandı, bir saatten fazla kurtarmak için çalıştık, Bize Uşak buradan dört saat var dediler. Biz burada bir iki saatini de kaybettik. Tekrar yola düzüldük. Banaz İstasyonu'na geldik. Bu istasyona yakın İslâmköy var. Banaz Köyü biraz uzakta kaldı. Bu istasyon büyükçe bir hangara sahipmiş, fakat bu da harap olmuş. Bu arada akşam yaklaşmıştı. Yine de biz hep birlikte iki saat kalan Uşak’a gitmeye karar verdik. Otomobil iyiyse de şoför alışıldığı üzere hinoğlu hinin birisiydi. Zaten şoförlerin seciyelerinde mutlaka bir madrabazlık bulunur. Ellerindeki sanatın her noktasından gayet kurnazca istifade etmesini bilirler. Bizim memleketimizde bu böyle olduğu gibi sanatkârların hepsinde az çok bu alışkanlıklar bulunur. Şoförün okuduklarına ehemmiyet vermeyerek yola devam ettirdik. Banaz'dan sonra ormanlı derelerden geçmeye başladık, Yollarda birçok bozuk ve harap otomobillere rast geliyorduk. Düşmandan sağlam pek çok otomobil alındığı halde yeni yetişen şoförlerin elinde çoğu bozuldu. Sonra meselenin mühim noktası, bu sağlam otomobillerin pek çok alet ve edevatının otomobilden anlayan kimseler tarafından dehşetli surede aşırılmış olmasıydı. Bu aşırma illeti yüzünden yağmalanan otomobiller bile bize pek pahalıya mal oldu. Bunlar için çok para sarf edildi. Her ne ise bu bizim çok sarıldığımız illetlerden birisidir. Onun için memlekette iş bilen ve fakat başarılı olamayan çok adamlar vardır. Sebebi milletin illetli olmasıdır. Akşam karanlık basıncaya kadar bozuk ve sarp yollardan yürüyorduk. Saatler geçti, hâlâ Uşak görünmüyordu. Ortalık iyice karardı ve otomobilimiz karanlığı iki ışıklı gözüyle delmeye ve yürümeye başladı. Fakat yolun çok arızalı oluşu her türlü tehlikeyi hatıra getiriyordu, Bununla birlikte biz ne olursa olsun Uşak’a varmak istiyorduk. Fakat zaten kendi keyfine hareket için fırsat arayan şoför, tehlikeleri bize daha büyütüyor ve durduğumuz bir tepe kenarında geceyi beklemeye zorluyordu. Benimse eşyam olmadığı gibi sırtımda yazlık elbisem vardı. Yazlık elbise deyince yanlış anlaşılmasın. Arşını yirmi kuruşluk keten elbise; dikilir dikilmez de eskidiydi. Kaputum esasen yoktu. Onun için ayazda kalıp üşümek pek işime gelmiyordu. Mehtap yatsıya yakın çıktığı için biraz dinlendikten sonra yola çıkmaya üç arkadaşla karar verdik. Midemiz boştu. Askerlerden bir parça peksimet aldık, ıslatarak büyük bir afiyetle yedik ve yavaş yavaş yola koyulduk. Durduğumuz yerde, geçen bir adama Uşak’ın buradan ne kadar uzakta olduğunu sormuştuk. Adamcağız bize iki saat demişti. Biz de buna güvenerek gece yansından evvel Uşak'a varırız diye tahmin ettik. Fakat karanlıkta önümüze gelen bir yola saptık, Derken yolu şaşırmışız. Gidiyoruz. Mehtap çıktı, iki saat, üç saat, dört saat oldu, hâlâ Uşak meydanda yok. Bizde köylüler hep böyle yol tahmini ederler. Zavallılar yolun uzaklığı ile zamanı ölçecek saat denilen ölçü ifadesini daima işlerine biraz fazlasıyla tatbik ettikleri için, yani açık ifadesiyle, saatlerle çalışıp alın teri dökmenin muayyen bir neticeyi muayyen zamanlarda elde etmeyi mümkün kıldığını ömürlerinde görmediklerinden dakika ile saat arasında da çok fark görmüyorlar. Köylüye saat kıymetini anlatmanın çok faydası olacaktır. Hem yolcuyu şaşırtmaz, hem de saat denilen zaman ölçüsünün iş hayatındaki ehemmiyetini takdir ettirir. Sözün kısası nihayet bir köye gelebildik. Fakat köyde köpeklerin havlamasından başka hayat eseri görünmüyor. Anadolu’nun bu toprak köyleri mehtaplı bir gecede bu kadar ıssızlığıyla insana daha vahşi görünüyor. Bağıra çağıra bir ev bize cevap verdi. Bu evden, daha doğrusu bu mağaradan bir ihtiyar kadın çıktı. Biraz su istedik, Burada azcık olsun dinlenecektik. Fakat bir ikimizin uykusu geldiğinden kalmaya da niyetleri vardı. Kadın bize, “Sizi Yunan askeri zannederek kimse ses vermemiştir.” dedi. Sonra anlattı: Civarda başıboş düşman askerleri geziyormuş. Bunlar aç kalıp nihayet köy civarlarına geliyorlar ve saldırıyorlarmış, Tabii bunları hemen yakalayıp derhal icabına bakıyorlarmış. Hem de kadınlar bunları erkeklerin ellerinden yalvararak kaparlarmış! “Daha dün birini elceğizimle geberttim” dedi. Zavallı ihtiyar köylü kadını, bu zalim ve alçak düşmanın erkeklere yakışmayacak ne kadar tecavüz ve gaddarlıklar yaptığını anlatıyordu. “Uşak’a bir buçuk saatlik yolunuz kaldı" dedi ve biz gözlerimizden uyku akarak güzel bir mehtapla ıssız ovalardan ilerlemeye başladık. Artık bu köyden itibaren doğru yolu takip ederek bir saat sonra tepede bir köye vardık. Bu köyde köpeklerden başka kimseyi uyandırmak ve demlenmek dahi mümkün olmadı. Zaten vakit gece yarısını geçmişti. Tekrar yola devam ettik. Yola takriben altı saat kadar önce çıktığımızdan, her ne kadar konuşarak yürüdüğümüz için vaktin nasıl geçtiği belli olmuyorsa da dizlerimizin feryada başlaması bize yorgunluğu ihtar ediyordu. Zavallı, dermanı büsbütün kesilen bir arkadaş artık çeyrekte bir mola istiyor ve yola oturuyordu. İşte bu halde Uşak İstasyonu’na geldiğimizi gördük. Fakat Uşak’ın neresinden girdiğimizin farkında değildik. Biraz sonra kasabaya girmiş bulunuyorduk. Hava mehtaplı olduğu için şehrin ortasına doğru girmeye muvaffak olduk. Herkes uykudaydı ve her taraf kapalıydı. Bir şadırvan gördük ve hemen hararetimizi giderdik. Sergisinin başında uyuyan bir adamı da uyandırarak henüz görmediğimiz iri ve güzel bir üzümden bir miktar satın alarak bununla da açlığımızı yatıştırdık. Şimdi en mühimi uyku meselesi kalıyordu. Buna çare ararken arkadaşların birisi gecenin bu zamanındı bir handan çıkan orta yaşlı birisiyle ahbap çıktı. Ahbabın kafası pek dumanlıydı. Bir müddet gevezeliğini dinlemeye mecbur olduktan sonra, Uşak'taki irtibat zabitini bulursak bize yer göstereceğini ve onun oturduğu yeri de bildiğini söyledi. Biz derhal bir fırsat yakaladık ümidiyle irtibat zabitine koştuksa da orada bir kahve içmek için uzun uzadıya vakit geçirmekten başka netice elde edemeden döndük. Şehirde ne han, ne otel vardı. Mecburen bir kahveciyi uyandırdık. Adamcağız kahvede yatmamıza müsaade etti. Sedirler muşambaydı, kahve genişti, camları açıktı ve ortada da bir şadırvan vardı. Zaten gecenin ayazı da şiddetlenmişti. İki arkadaş kaputlarına sarılarak yattılar. Biz de yattık, ama rüzgâra ve ayaza bürünerek. Böyle uyumak mümkün mü? Artık sabahı beklemekten başka çaremiz yoktu. Uyur uyanık bir halde sabahı ettik.
Uşak'ta bir akşam ağabeyimle dururken aniden sokaklarda bir velvele koptu! Ahali fener alayları yapmışlar müthiş silahtar patlıyor, hasılı bir sevinçtir gidiyor. Bu vakanın ortaya çıkma sebebi dün, yani 9 Eylül'de İzmir'in tekrar zapt edilmesiymiş, Artık büyük Allah'ın belli ki Türk millerine ebedi bir muhteşem hediyesi olan bu büyük zafer katiyetle kazanılmış bulunuyordu. Evet, Türk milletinin, bugün sevincinden kâinatı titrerse yeri vardır. Başkumandanın hedefine erişildiği gün düşman da Akdeniz’e bütün Megalo İdeasıyla gömülmüş oluyordu. Fakat Bursa’ya dair böyle bir haber hâlâ gelmiyordu. Kocaeli ve III. Kolordu'dan gelen raporları süratle okuyoruz ve Bursa’ya yaklaşıldığını anlıyoruz.
10 Eylül 1922
Garp Cephesi Serbaytar Muavini(Baş Veteriner Yardımcısı) Yüzbaşı Mehmet Turgut (Argun)Bey, 10 Eylül 1922 günü Uşak Cephesi’nin vaziyetini hatıratında şöyle aktarmaktadır ;
10 Eylül, Pazar - Ağabeyim buradaymış. Rastgele kendisini buldum. Biraz uyku ve yemek temin ettim. Karargâhta intizamsızlık aşırıdır, Mesut ilk kademeden çok uzağız.
Arkadaşlardan kim senin uyumadığı da anlaşıldı. Bizden evvel gelenlerden bir iki arkadaş kahveye geldiler, halimize pek ziyade acıdılar. Onlar istirahat etmemişler. Birisi bize tahsis edilen yerleri göstermek için önümüze düştü. Oralara gelir gelmez daha tahliye edilmediğini gördük. Bir münakaşa başladı. Bu gürültü arasında karşıki evlerden birinin kafesi kalktı. Altından uykudan gözleri şişmiş bizim yaver bey çıkmasın mı? Haydi millete bir hücum! Derhal kafasını içeri çekti. Oralarda şarap fıçıları ve sargı paketleri karıştıran bir asker nasılsa, bana Birinci Ordu Karargâhı nın burada olduğunu söyledi. Demek ağabeyim, Nahit falan buradalarmış. Ah, bunu akşam ögrenseydim. Ne çare yine işe yarar diyerek Nahit’e koştum. Uykuda! Ağabeyime gittim. Cibinlikli karyolasından henüz kalkmaktaymış! Derhal kaldırdım, halimi anlattıktan sonra yatağın içerisine atladım ve yorganı başıma çektim. Uykumu da epey aldıktan sonra kalkıp mideciğimin feryadını da biraz dindirdim. Tekrar şehre çıktım. Biraz sonra Uşak'ta yerleşmiş bulunuyorduk.
11 Eylül 1922
Garp Cephesi Serbaytar Muavini(Baş Veteriner Yardımcısı) Yüzbaşı Mehmet Turgut (Argun)Bey, 11 Eylül 1922 günü Uşak Cephesi'ndeki vaziyeti şöyle aktarmaktadır ;
11 Eylül, Pazartesi - Sabah ağabeyim ve ordu gitti. İzmir’e! Öğleden sonra işe başladık. Uşak muntazam ve güzel bir kasabaymış. Gördüğüm şehirlerin hepsinden güzeldir. Lakin alçak ve melun düşman kaçarken üç gün burasını harabeye çevirmiş, daha güzel yerlerini yakmış. Bununla birlikte şirinliği yine belli. Uşak'tan Elvanlar'a kadar tren sağlam. Bugün gelen 10 [Eylül] tarihli raporda III. Kolordu'nun Bursa İstasyonu'nu işgal ettiğini ve ayrıca da Bursa'da mağazaların Yunan firarileri tarafından yağma edildiğini işittim. Şu hâlde 10 [Eylül] tarihinde geceleyin Bursa'ya girilmiş. Cenabı Hakk sevgili Bursa’mızı afetinden muhafaza buyursun. Şimdilik Bursa’mızın yanmadığını duyacağımı ümitle bekliyorum.
Uşak pek güzel bir kasabaymış, fakat en güzel binalar mı ve yerlerini düşman pek feci bir surette yakmış ve mahvetmiş, yoksa kasaba çok güzelmiş. Afyon gibi, burası da Yunanlıların mühim bir toplanma merkeziymiş. Her şey burada bol. Zaten Afyon'dan beri içkiden gözünü açamayan millet burada sanki içki deryasına düştü. Uşak'ta pek çok esir toplanmış. İçlerinde Trikupis’te varmış. Arkadaşlar gidiyor konuşuyorlarsa da ben niyet etmedim. Uşak'ta halıcılık büyük şöhret almış. Her ne kadar fabrikaların bir kısmı yanmışsa da ahali yine halı dokuyor ve iş yapılıyor. Karargâh nereye giderse tabii hemen bir büro da kuruluyor ve herkes işine bakıyordu. İşte her zamanki gibi Uşak’ta da vazifeye başladık. Ben Konya, Ankara vesaire müesseselerinde serum için lazım olup da bulunamayan pek çok işe yarar şişe olduğunu ve bunların ötede beride hurdahaş olduğunu görünce bunlardan olsun meslek namına bir istifade teminini düşünerek serbaytara bin ısrarlarla birçok kâğıt imza ettirdim. Bunlarla Afyon ve Uşak’ta iki üç bin şişe temin ederek Konya'ya gönderildi. Harekât esnasında Teşkilatı Baytariye ’nin pek lazımlı olmasına ve harekât sonunda birçok tertibat yapmak icap ermesine rağmen maalesef hiçbir karargâhın Altıncı Şube'si (Serbaytarlık) bunu takdir etmiyordu. Uşak’ta Birinci Ordu Serbaytarı, Menzil Serbaytarı ve Cephe Serbaytarı ile görüştüler ve netice itibariyle ileride pek lazım olacak müesseselerin ve tertibatın şimdiden yapılması mevzuunu konuştular. Münakaşa neticesinde birçok tenkitler ve değişikliklerle bir tamim kaleme alındı ve cephe kumandanı namına reisi saniye gösterildi. Zavallı adamcağız, zavallı serbaytara henüz böyle bir şeyin yapılmasının zamanı gelmediğini söyledi ve yazılan birçok mühim manalı satırları çim çize ortaya manasız bir şeyler koydu. Sonunda bu iş de neticesiz ve konuşulmamış olarak kaldı. insan neye kızıyor? Behey adamlar siz bir meslek sahihiyseniz haklarınıza ne için el dokunduruyorsunuz? Meslek hamisi iseniz bu mühim himaye vazifesini ihlal edenlere karşı niçin boyun büküyorsunuz? Zavallı kıta baytarları değil mi ki sizin bu büyük hatalarınızı ileride masum omuzlarıyla taşıyacaklar. Sizin günahlarınıza bedava hamallık edecekler. Ne zararı var, bugün yapamadığınız bu hayırlı işin yarın kötü neticelerini de karşılıksız yine bu sırtlara yüklersiniz. Merak etmeyin onlar taşırlar. Vebayı Bakari(sığır vebası) yükünü, iki senedir memleketin can damarını kemiren bu illetin büyük mesuliyeti zaten sizin omuzlarınızdayken yine, “Yazdık, işte!" diye ufacık kâğıtta iki satır yazıyla bütün mesuliyetleri titrek omuzlarınızdan bu cefakâr çocuklara ciro etmeye çalışan sizler değil miydiniz? Siz yine siz, onlar yine onlar olduktan sonra varın mesleğin hayrını görün. Uşak’taki içtimada ben Sakarya’dan sonraki hali anlattım. Onlara vız geldi. Ordu ilerliyor, meslek karşıdan bakıyor! Hâşâ, bunu söylemekle kıtaların muhterem meslektaşlarını işaret etmeyi arzu etmiyorum. Onların kutsiyetine inanıyorum. Fakat ashabı keyf gibi, baytar mesleğinin uykuda olduğuna iman etmemiz lazımdır. Kısmet olursa bunu ileride aydınlatmak isterim.
13 Eylül 1922
Garp Cephesi Serbaytar Muavini(Baş Veteriner Yardımcısı) Yüzbaşı Mehmet Turgut (Argun)Bey, 13 Eylül 1922 günü Uşak Cephesi'ndeki vaziyeti şöyle aktarmaktadır ;
Yarın Uşak'tan da trenle Elvanlar’a gideceğimiz söyleniyor. Karar verilmiş. Hey sevgili Bursa’m sen de her şeyinle beraber kurtuldun ha…
14 Eylül 1922
Garp Cephesi Serbaytar Muavini(Baş Veteriner Yardımcısı) Yüzbaşı Mehmet Turgut (Argun)Bey, 14 Eylül 1922 günü Uşak Cephesi'ndeki vaziyeti şöyle aktarmaktadır ;
14 Eylül - Bugün de her nedense hareket edemedik. Trenlerin, harların tamir ve tanzim idaresi meselesi bizi yolumuza devamdan ve intizamdan mahrum ediyor. İnşallah yarın olsun hareket eder de şu güzel İzmir'i bir defa görürüm.
16 Eylül 1922
Garp Cephesi Serbaytar Muavini(Baş Veteriner Yardımcısı) Yüzbaşı Mehmet Turgut (Argun)Bey, 16 Eylül 1922 günü Uşak Cephesi'ndeki vaziyeti şöyle aktarmaktadır ;
16 Eylül - Bugün akşam saat altıdan sonra Uşak'tan trenle hareket ettik. Bir iki istasyon sonra makinenin bozulması nedeniyle durduk. Gece yıldızlar altında bir müddet istirahatten sonra, tren bizi yarım saat kadar götürüp yine bıraktı. Sabahı böyle ettik.
Uşak'ta daha dört beş gün kaldıktan sonra tren hattının mümkün mertebe tamir edilmiş olmasından istifade ederek yine orduyu takibe karar verdik. Bir gece Uşak'tan kalkarak Elvanlar’a doğru tren hareket etti. Vagonları, kazanı çatlak bir lokomotif çekiyordu. Bir iki istasyon geçtik. Gece yarısı tam rampa bir yerde makinenin çekiş gücü tükendi ve durdu. Gideceğimiz yere daha 10-15 kilometre varmış. Ahmetler’e daha gelmemişiz. Sabah oldu.
17 Eylül 1922
Garp Cephesi Serbaytar Muavini(Baş Veteriner Yardımcısı) Yüzbaşı Mehmet Turgut (Argun)Bey, 17 Eylül 1922 günü Uşak Cephesi'ndeki vaziyeti şöyle aktarmaktadır ;
17 Eylül, gece kaldığımız (Ahmetler ile M. arasında) istasyonda makinelerimizden hayır yok. Akşam geç vakit bulduğumuz vasıtalarla buradan hareket ettik. Dağlardan ve pis yollardan, bir faytonda karanlık basıncaya kadar yürüdük. Sonra Ahmetler İstasyonu’na geldik ve geceyi burada faytonun içinde geçirdim.
Büyükler her nedense neticeyi bilir gibi yürüyerek demiryolundan gitmeye başladılar. Gittikleri yerden bize vasıta göndererek aldıracaklarmış. Trenin durduğu yer, bir yar içerisi ve bir köprü başıydı. Burada vakit geçirdik. Düşman, bütün hattın köprü vesaire gibi mühim nokralarında tel örgülerle çevrilmiş karakollar yapmış. Böyle yüzlercesi var. Demek uğursuz herif içeride bile iğne üstünde duruyormuş. Hasılı rahat yüzü görmediği aşikâr. Buradaki köprü epey derince ve muntazamdı. Köprü uçlarında ve altında elektrik pilleri gibi birçok şeyler yığılı kalmış. Nihayet bunların köprüyü atmak için dinamit olduğu ve düşmanın süratle firara mecbur olmasından köprüyü atmaya vakit bulamadığı anlaşıldı. Akşam üzeri birkaç araba ve mekkâre geldi. Süratle arabaların birinde yer bulduk ve yola çıktık. Fakat yol nerede! Her taraf kaya içerisinde, arabanın doğru gittiği yok ve biz dakikada bir iniyoruz. Karanlık basınca Ahmetler İstasyonu’na geldik. Bundan ötesi hayatımız için şüphesiz tehlikeliydi. Geceyi bir dilim ekmekle geçirdik. Ve bulamadığım için araba içerisinde de bir gece geçirmek nasip oldu.
18 Eylül 1922
Garp Cephesi Serbaytar Muavini(Baş Veteriner Yardımcısı) Yüzbaşı Mehmet Turgut (Argun)Bey, 18 Eylül 1922 günü Uşak Cephesi'ndeki vaziyeti şöyle aktarmaktadır ;
18 Eylül - Sabah erkenden Ahmetler ’den hareketle üç saat sonra, karargâhımız olan Elvanlar civarındaki yere geldik. Burada çadırlardayız. Elvanlar yarım saat' tir. İçinden geçtik. 300 haneli bir köy, fakat güzelceymiş. Dörtte üçü düşman tarafından yakılmış.
Ertesi sabah buradan hareketle öğleye doğru konak yerimiz olan Elvanlar Köyü'nün ilerisindeki köprü başında bir tepeye ulaçtık. Bu tepe havadar ve etrafı açık bir yerdi. Çadırlarda kalmaya başladık. Karargâh yine bir havadis merkezi olmakta devam ediyordu, İleriye ve geriye bağlı bulunduğumuz için gerek Uşak'ta ve gerek burada mühim ve tarihi havadis okuduk. Uşak'tayken duyduklarımız, gayet ehemmiyetli vakayı teşkil ediyordu. Ordu ileriye süratle gidiyor, Alaşehir Kula, Salihli, Kasaba(Turgutlu) ve Manisa işgal edilmiş bulunuyordu.
19 Eylül 1922
Garp Cephesi Serbaytar Muavini(Baş Veteriner Yardımcısı) Yüzbaşı Mehmet Turgut (Argun)Bey, 19 Eylül 1922 günü Uşak Cephesi'ndeki vaziyeti şöyle aktarmaktadır ;
19 Eylül - Elvanlar civarındaki sırttayız. Heyeti Vekile ’nin İzmir’e hareketi için, İzmir’den otomobiller geldi. Bunlarla gelen bir yüzbaşı İzmir'in güzelliğini anlattı. Zavallı İzmir! Ermeniler tarafından en güzel yerleri harap edilmiş, yakılmış. Hamdolsun ki bir iki gün evveline kadar Anadolu'da hiçbir düşman kalmamış ve tamamıyla temizlenmiştir. Şu hâlde güzel Anadolu’muzu azami yirmi gün zarfında temizledik Ne büyük lütuf yarabbi! Okuduğum bir raporda Bursa civarın da 3 general ve 200 zabit ile altı bin er esir etmiştir. Elvanlar dan hareket edeceğiz.
Elvanlar ’da iken bir zabit İzmir'e gitti ve geldi ve bir gün evvel İzmir'in en güzel parçasının Ermeniler tarafından yakıldığını söyledi. Buna acıdık. Herkes şimdi İzmir'in Kordon’unu, Buca’sını, Karşıyaka’sını, Kramer'ini vesaire sorup duruyor. Tabii ben İzmir'i bilmediğim için bu yerleri de anlayamıyordum. İzmir çok güzelmiş, güzel yerlerinin çoğu bu sefer yanmış. Anladığımız bu! Elvanlar'dan hareket edilmesini hepimiz canla bekliyor ve istiyorduk. lakın hareket edecek kim? İzmir'e artık ziyaretçiler koşuyor. Zaten Afyon’dan buraya kadar tren hattı düzeldiği ve trenler işlediği için buradan Alaşehir'e kadar Elvanlar ‘daki arabalardan istifade için herkes bir defa da bizim karargâhı ziyaret ediyordu.
Bir gün çadırda otururken dışarıda yanık bir hitabe işittim. Çıkıp baktım. Meşhur şair Mehmet Emin |Yurdakul Bey hararetle bir şeyler okuyor. Gidip ben de dinledim. Adana’da yazdığı bir makaleyi okuyormuş. Bunda Yunanlıların Anadolu'da yaptığı vahşeti Neron'a anlatıyor, Acı acı dert yanıyordu.
Sonra bize gezdiği yerlerdeki intibalarından bahsetti ve dedi ki “Kurtulan şehirlerdeki gençliğin inancını bozulmuş ve harta bir parça Yunanlılaşmış gibi buldum." Herhalde bu sözde ben çok hakikatler olduğunu sezdim. Bir gün de vekiller heyetinin erkanı geldiler ve süratle kendileri için İzmir'den gönderilen otomobillerle geçip gittiler. Anlıyorduk ki biten harpten sonra şimdi iş sulh taraflarına doğru gitmekteydi. Zaten bugüne kadar ne için çalışılmış ve ne sebeple beklenmişti? Hep sulh için değil mi?
21 Eylül 1922
Garp Cephesi Serbaytar Muavini(Baş Veteriner Yardımcısı) Yüzbaşı Mehmet Turgut (Argun)Bey, 21 Eylül 1922 günü Uşak Cephesi'ndeki vaziyeti şöyle aktarmaktadır ;
21 Eylül-Bugün sabah Heyeti Vekile buradan İzmir'e geçti, Canım çok sıkılıyor, Akşam yatmaya geldiğim zaman Serbaytar bizi de İzmir’e çağırdıklarını söyledi, Yarın sabah erkenden hareket edeceğiz. Şükürler olsun şu kademeden ayrılıyorum.
Her nasılsa İzmir'den karargâh bizim şubeyi istemiş. Müthiş bir sevinçle toplandık. Alaşehir'e kadar karayolundan gidecektik. Bize bir günlük dediler. Eh öyle ise dedik, bu sabah buradan hareket, akşama Alaşehir’deyiz, ertesi gün de İzmir'de!
22 Eylül 1922
Garp Cephesi Serbaytar Muavini(Baş Veteriner Yardımcısı) Yüzbaşı Mehmet Turgut (Argun)Bey, 22 Eylül 1922 günü Uşak Cephesi'ndeki vaziyeti şöyle aktarmaktadır ;
22 Eylül - Sabah erkenden kendi eşyalarımızı da yükletmek şartıyla bize üç kamyonet verdiler. Bunlara binerek Elvanlar’dan yola çıktık. Yolu şaşırdık, Otomobille dere tepe aşarak, güçlükle akşama Güney Köyü ne ulaştık ve istasyon civarında bir Yunanlıların yaptırdığı güzel bir bina içinde yattık. Otomobilin biri bozuldu.
İşler bitti... Yola düzüldük. Nihayet yokuşlar bitti, bu sefer inişler başladı. Bazen önümüze gayet dik inişler geliyordu. Bir tepenin üzerine gelince pek derinliklerde uzun bir ova gördük. İşte biz bu yüksek dağdan o ovaya inecektik, Ova, Alaşehir Ovası imiş. Dağ yolu oldukça geniş ve muntazamdır. Bunu Yunanlılar yapmışlar. Alaşehir’den Elvanlar’a kadar devam ediyormuş. Fakat biz Güney’den sonra bulduk. O başka mesele! Şayet bu muntazam yol da olmasaydı biz bu dağdan zor inerdik; kim bilir belki de inmek kısmet olmazdı. Nihayet üç saat kadar döne dolaşa, korka korka ovaya sağ selamet indik.(…)
Notlar ve Kaynaklar;
Oturak Köyü: Mezkûr dönemde Kütahya Vilayeti Uşak Kazası Banaz Nahiyesi ’ne bağlı bir köydür.
Ahmetler Köyü: Mezkûr dönemde Saruhan Vilayeti Eşme Kazası'na bağlı bir köydür.
Elvanlar Köyü: Mezkûr dönemde Saruhan Vilayeti Eşme Kazası'na bağlı bir köydür.
Mehmet Turgut Argun: 1900 yılında Bursa’da doğdu. 1912’de Askeri Rüştiye’yi, 1915’te Kuleli Askerî Lisesi’ni bitirdi. 1918’de Askeri Veteriner Yüksekokulu’nu bitirip 1921’de stajını tamamladıktan sonra Kurtuluş Savaşı’na katıldı. Garp Cephesi başveteriner yardımcısı olarak 1923 yılında savaştaki görevi sona erdi. 1924’te Birinci Ordu Müfettişliği başveteriner yardımcısı olarak görev yaptı. Haydarpaşa Askeri Veteriner Tatbikat Okulu salgın hastalıklar asistanlığı yaptı, 1928’de başmuavin oldu ve aynı yıl iç ve salgın hastalıklar ihtisası için Almanya’ya gönderildi. Berlin Veteriner Yüksek Okulu’nun iç hastalıkları kliniklerinde çalıştı. Viyana Veteriner Yüksekokulu’ndan 1930’da doktora derecesi aldı. Askeri Veteriner Tatbikat Okulu’nda salgın hastalıklar öğretim üyeliğine atandı. 1938’de binbaşı ve yarbay rütbelerine terfi etti. 1938-51 yılları arasında Tarım Bakanlığı Veteriner Genel Müdürlüğü’nde mütehassıs müşavir olarak Salgın Hastalıklar Şubesi’nin idaresini yürüttü. 1953’te Eczacıbaşı İlaç Fabrikası Veteriner İlaçlar Şubesi’ni ve Türkiye’deki ilk veteriner ilaçları imalat sanayiini kurdu. Başak Sigorta Şirketi’nde Hayvan Sigortası’nı kurdu ve 1967’ye kadar burada çalıştı. Veterinerlikle ilgili çalışmalar, bilimsel araştırmalar ve önemli buluşlar yaptı, bunları Türkçe, Almanca, Fransızca olarak makaleler ve kitaplar halinde yayımladı.1982 yılında İstanbul'da vefat etmiştir.; Bkz. https://vetrehberi.com/istiklal-savasi-gazisi-bir-askeri.../
Mehmet Turgut Argun, İstiklal Harbi ve Anadolu(1921-1923),İş Bankası Kültür Yayınları,2017,İstanbul,
Burada Mehmet Emin Yurdakul Bey’in okuduğu makalenin kuvvetle muhtemel 1920’de Fransızlarla yapılan Ankara anlaşması üzerine yazdığı meşhur Dağlılar Hitabesi olduğunu tahmin ediyorum. Mehmet Emin Yurdakul, 1921 yılı Nisan’ında Anadolu’ya geçerek şiirleriyle, hitabeleriyle Kurtuluş mücadelesine katkıda bulunmuştur. İnebolu, Ankara, Antalya’dan sonra Adana’ya gelmiş ve burada bir süre kalmıştır. Adana’dan ayrılıp Ankara'ya gelmek istediğinde Mustafa Kemal Paşa'nın ricasıyla bir süre daha Adana’da kalmıştır.1920’de Fransızlarla yapılan Ankara anlaşması üzerine Adana kurtulmuş, Adana’da “Dağlılar” adlı hitabesini söylemiştir. Bu hitabe kurtuluşun ilk hitabesi özelliğini taşımaktadır. Mehmet Emin Yurdakul, Dağlılar Hitabesi 'nde Mersin’in kumsalına bir kayanın üzerine dirseğini dayamış Akdeniz’in enginlerine bakan bir kadın kahraman üzerinden manzum hikâye biçiminde yazdığı şiirlerindekine benzer bir kurgu oluşturmuştur. Dağlılar esarete, zulüme karşı çıkmışlar ve düşmanı alt etmişlerdir. Bu kadın dağlıların rehberi, bu mücadelenin türkülerini söyleyen önderidir. Kadına mezarlar ve harabeler üzerinde yükselen bir kapı gösterirler, o kapıya yürür. Ve kadın hikayesine şöyle devam eder; Kapıya doğru gittim, bunu eski Roma’nın Teb’in, Persepolis ’in, Babil’in yüksek kemerlerinden muhteşem buldum. Daraların, Sezarların, Sezostrislerin, İskenderlerin zafer arabalarıyla büyük tantanalı alaylarla meşalelerle, şenliklerle girdikleri bütün kapılardan şerefli buldum; bu kapının üzerinde bütün panteonların, dikili taşların, tunç levhaların, mermer levhaların duvarların üstlerinde yazılı kitabelerden daha ilahi yazılar gördüm; bunlar beşeriyetin ihtiraslarla dolu gözlerine peygamberlerin mukaddes kitaplarla getirdikleri hikmetler gibi şu aziz satırları okutuyordu: “Burası hürriyetin diyarıdır; günahkâr vücutlar mukaddes toprakları çiğnemeyeceği gibi buraya da hiçbir harisin ayakları basamaz. Ey hayatın yolcusu! Sen her kim olursan ol bu kapının önünde dur! Burada hırs ve gururunu eski bir zırh, eski bir tolga gibi soyun! Burada kin ve intikamı bir kanlı kılıç bir kanlı mızrak gibi kır ve at! Buraya çıplak bir ruhla, saf bir kalple, Hakk’ın mabedine girer gibi hürmetle gir! Bil ki burada vatan için aşk ve rüyalarına veda etmiş hürriyet için sevgililerinden ayrılmış birçok canlar vardır. Burası bağırları yanık ninelerin, yüzleri solgun bakirlerin, alil ve ihtiyar babaların öksüz ve yetim çocukların memleketidir. Burası bir hür milletindir, burası Türk’ündür!” Büyük Taarruz hazırlıkları yapıldığı sırada Mustafa Kemal Paşa'ya yanına gelmek istediğini yazmıştır. Mustafa Kemal Paşa ise İzmir’de buluşmak üzere yola çıkabileceğini söylemiştir. Ve Türk ordusunun İzmir’e girişinden sonra Mustafa Kemal Paşa ile buluşma gerçekleşmiştir.
Mehmet Turgut Argun, İstiklal Harbi ve Anadolu(1921-1923),İş Bankası Kültür Yayınları,2017,İstanbul,s.46,137
Mehmet Turgut Argun, İstiklal Harbi ve Anadolu(1921-1923),İş Bankası Kültür Yayınları,2017,İstanbul,s.46,137-138