Cumhuriyetin o ilk telaşlı kuruluş yıllarından sonra, özellikle İzmir İktisat Kongresi şunu göstermiştir ki “ her yerde “yokluk” var.” Üretim yok, teknoloji yok, yetişmiş akıl yok. Bunca yok arasında her şeyi var etmeye çalışan bir irade var. Bu irade yurdun dört bir yanından iyi haberler beklemektedir. Her ne kadar bazı sınırlı teşebbüsler olduğu haberleri gelmekle birlikte, imparatorluk bakiyesi bu işletmelerden de yayılan iyimserliğin diri tutulması konusunda cılız kalmaktadır. İşte bu dönemin en büyük heyecanlı teşebbüslerinden birisi bizim Nuri dedemizle ortaya çıkmıştır.
Nuri dede adı gibi bir insan: hayatın karartamadığı bir yüz, nur yüzlü bir pir-i fani. Uşak’ta esnaflık yapan, yaşı da yetmişe merdiven dayamış bir esnaf. Birşeyler olsun, birşeyler yapalım, birşeyler başaralım mücadelesini vermeye hazır. Onun öncülüğünde kurulan Uşak Şeker Fabrikası, Cumhuriyetimizin o ilk “yokluk” günlerine damgasını vuran ve bir “elbirliği yaparsak” heyecan ve hevesinin tam karşılık bulduğu bir işletme. Halkı örgütlemesi, makinaları bulması, Ankara’ya gidip başbakan Rauf Orbay ve Ekonomi Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’tan destek sözü alması, TBMM’den teşvik çıkartması ve günün sonundaki haklı gurur…
Hikaye, Nuri dedenin Uşak Terakki-i Ziraat A.Ş.’yi devir alması ile başlar. Fabrika, Uşak’ta bir fabrikadır. Ortaklar bulur. Önce etraftan, çevreden birilerini ortak etmenin yoluna bakar. “Parası olan para versin. Parası olmayanlar ustalar çalışıyor ekmeğini, azığını versin. O da yok diyen varsa; “gelsin iki tuğla taşısın” diyerek halkı da gayrete getirir. Herkes sahiplenir. Herkesin hayalinde, kurulacak bir fabrika ve üretim vardır. Bu fabrikanın şekerini kendileri; küspesini ve yem yapıp hayvanlara vereceklerdir. Fabrika fiziki olarak ortaya çıkar, ortaklar da bulunur. 681 hissedarın her birinden 1926 yılında 2’şer lira ile hissedar yapıldığı anlatılır. Bunun için ilgili yasal mevzuatın düzenlenmesi, teşviklerin sağlanması işi TBMM’dedir. Uşak milletvekilleri devreye sokulur. Meclisten destek çıkartılır.
Ancak makinalar Avrupa’dan getirilecektir. Fabrika için teklif verecek firmalar tesbit edilir ve onlara şöyle bir mektup yazar: “Ben Uşak’ta günde 500 ton şeker pancarı üretecek bir şeker fabrikası kurmak istiyorum. Sizden Türkçe teklif bekliyorum, tercüme imkanım yoktur.” Teklifler geliyor, İstanbul’da bir otelde açık eksiltme yoluyla ihale yapılır, fiyatlar kırılır. İhale, Çekoslovak Skoda firmasında kalıyor. ve Skoda fabrikasından makineler getirilir, ustalar montajını yapar ve fabrika 1926 yılında faaliyete geçer. İlk şeker üretilir.
Uşak Şeker Fabrikası diğer şeker fabrikalarına öncülük eder. Devlet şeker pancarı üretimini özendirerek destek verir. Çünkü ciddi sayıda vatandaş şeker pancarı üretimi gerçekleştirmektedir. Üretim ve istihdam açısından yerel nüfusu bulunduğu yerde tutmak, göç gibi istenmeyen nüfus hareketlerine engel olmak önemlidir. Dolayısıyla bu kuruluşu, Sanayi ve Maadin Bankası da destek olur. Ancak Lozan Antlaşmasında kabul edilen “gümrüklere beş sene boyunca dokunulmayacağına” dair hüküm nedeniyle, fabrika hep zarar eder…
Türkiye Cumhuriyeti’nin bu ilk şeker fabrikasının üretimi, beş sene boyunca savunmasız ve korumasız kalır. Beş sene sonra şeker üretimi devlet tekeline girer. Bir de 1929 yılında bütün dünyayı etkileyen Büyük Buhran nedeniyle Uşak Şeker Fabrikası da krizden payını alır. Ve kurduğumuz ama hiç bir zaman kâr ettiremediğimiz bu fabrikanın yönetimine Bankalar el koyar. Sonuçta, Uşak Şeker Fabrikası, Alpullu, Eskişehir ve Turhal Şeker Fabrikaları, ilk Sanayi Planı çerçevesinde, Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş.’ye devredilir.
Uşak Şeker Fabrikası, Türk işletmeciliğinde öncüdür. Bu öncülüğü, sadece Nuri Şeker’in gayretleri değil; halkın inanması ve sahiplenmesi ile de yakından alakalıdır. Kullanılan muhasebe uygulaması, denetimi, halka açılma konularında sağladığı gönüllü katılım ve aldığı destekler, “Bu halk isterse neler olmaz ki?” dedirtecek türdendir.
Nuri dedemizin Şeker ürettikten sonra hazırlattığı 400 grlık paketlerle, Çankaya’ya çıkışı, orada gördüğü itibar ve haklı takdir de son sözümüz olsun. Mustafa Kemal Paşa kendisine ikram edilen şekeri ürettiğini söyleyen ve karşısında oturan bu yaşlı Anadolu sevdalısı Nuri dedeye “sana bundan böyle Nuri ŞEKER diyelim, bu da senin ismin olsun ve bunu senden başka kimse kullanamasın” diyerek övgüler yağdırır. Nuri dede de teşekkür ederek kabul eder ancak “Şeker tatlı bir şeydir paşam, onu başkaları da isim olarak kullanmak isteyecektir, başkalarının kullanmasını mani olmayalım” diyerek teklifin ikinci kısmını kabul etmez. Bugün “Şeker” soyadını kullananların, Nuri dedemizin bu alicenaplığına bir teşekkür borcu daha olduğunu ifade etmiş olalım.