Burada sözü Aşçı’ya ve araştırmalarına bırakalım. O anlatsın.
Uşaklı Ragıp Çoğan'ın Uşak'ta Mübadele Muhacirler ile ilgili anıları Banu Şahin tarafından kaleme alınmış. Küçük çarşı (Güldibi ve Müjde Sokak) civarında oturan aileler hakkında güzel bir kayıt. Keyifli okumalar dileğiyle.
Uşak’ta Mübadele Muhacirleri
Uşak’ta birileriyle konuşmaya başlayınca ilk sorulardan biride kimlerdensiniz (Mesela, Torlaklar, Yılancılar, Sürahlar gibi) Benimde bu soruya verecek cevabım yok. Acaba biz kimlerdeniz? Babama Macır Mehmet (Muhacir) derler.
Şeker Fabrikasında çalışırdı. Uşak’ın eski bir Rum Mahallesi olan Kemalöz Mahallesinde Lozan mübadelesi sonrası uzun bir göç hikâyesi sonrasında yerleştikleri 2 katlı büyük bahçeli ve etraf harman yeri tarla ve mezarlık ile çevrili mezarlık yolu üzerinde şehrin son evi olan bir Rum evinde otururduk.
Gelelim sorumuza, biz kimlerdendik? Kendimizi tanıyamadık, etrafımızda bizim gibi mübadele muhacirleri otururdu. Büyüklerin anlatımına göre 1923 yılında mübadele ile gelen bu aileler daha ziyade kendi aralarında konuşurlar ve eski köylerindeki evleri anlatırlardı.
Bu evler, bu köyler, bu kasabalar neredeydi, nasıldı, neler yaşanmıştı, bunların her biri ayrı bir roman konusudur. Benim bunları anlatamam. Benim cevabım sorudan soruya kimlerdeniz dinlediğim kadarıyla Osmanlı İmparatorluğu Yunanistan Makedonya’sı Selanik Sancağı, Kazani Vilayeti, Vence Kasabası, Nişinkus köyünde ikamet eden Aile büyüklerinden ismini taşıdığım Ragıp dedem ve Kerime Ninemden bahsedeyim.
Dedem Vence ’de küçük bir esnaf her gün köyden Vence ’ye gelir dükkânını kapattıktan sonra köye dönermiş. Dükkânında ahşap ve demir işleriyle uğraşır, Fıçı Fıçıları (tahta su testisi) yaparmış. Köyden Venceye gelenlerin çoğu dedeme uğrarlar, işleri varsa yaptırırlar veya kendilerine bir emanet bırakılıp bırakılmadığını sorarlar. Varsa alırlar ya da bazen köye emanet gönderirlermiş. Dedem okuma yazma bilir, aynı zamanda Kuran-ı Kerim okurmuş. Yanında akrabamız Osman Ece çalışırmış. Osman Ece’ye biz dede derdik. Ölmeden önce dedem Osman Ece’ye ben seni yetiştiriyorum sende bu sanatı benim oğullarıma öğret diye vasiyette bulunmuş.
Mübadelede Afyonkarahisar’a yerleşen Osman Ece amcamı ve babamı Afyon’a çağırıp vasiyeti yerine getirmiş. Amcam bir müddet sonra Afyon’u terk edip Uşak’a dönüp çiftçi olmuş. Babam orada kalarak marangozluk mesleğini öğrenmiş ve hayatını bu işle uğraşarak sürdürmüş. Dedem önce Azize diye bir hanımla evlenmiş. Rabia ismini verdiği bir kızı (halam) dünya ’ya gelmiş. Beş sene sonra hanımı ölünce babam annem Kerime ile evlenmiş. Babaannemin ilk kocası İbrahim ölmüş çocukları Sait-Abdullah Feyzullah Ali birde kışı (Mustafa ve Hasan yıldırımın anneleri) varmış. Çocukları çiftçilikten ziyade hayvancılıkla uğraşırlarmış. Babam ve annem ata biner gece gündüz onları kontrol edermiş. Köylerdeki Türklerde, Rumlarda onu tanırmış. Dedemle babaannemin ikinci evliliklerinden babam dünyaya gelmiş oda Annem Hayriye ile evlenmiş. Ben şimdilik baba sülalesini bırakıp anne sülalesini dinlediğim kadarı ile anlatmaya çalışıyım. Ananemin babası toprak sahibiymiş, hanıma Saliha ve yedi çocukları varmış. Saliha ve Osman’ın evliliklerinden olan erkek çocukları Sadık, Ali, İsmail; kız çocukları ise Huriye, Fatma, Kerime ve Fahriye imiş. Erkeklerden Ali ve İsmail İstanbul’a okumaya gidip orada kalmışlar ve orada yerleşmişler. Osman Rumeli’de ölmüş.
Diğerleriyse mübadele için Anadolu’ya gelmişler. Mübadele onlar için bir nevi ölüm demekmiş. Uzun ve kapsamlı bir anlatma imkânım yok. Lozan’da imzalanan anlaşmadan sonra Yunan hükümeti mallarını tespit edip ellerinden almış, ellerinde sadece listeler kalmış. Gayrimenkul ve hayvanları dahil tasarruf hakları kalmamış. Bu şartlarda üç, dört ay yaşamaya çalışmışlar. Nakil zamanı gelince Şahsi eşyalarını alıp Yunan askerleri nezaretinde kimi yaya kimi binek hayvanlarıyla 3 günde Karaferye limanına (Selanik) getirilmiş. Burada da başka köylerden gelen (Toplam 18 köy) ahalisiyle birlikte 2 gün bekletilmiş ve tımardaki vapura bindirilip İzmir’e doğru yola çıkmışlar.
Başlarında kafile reisi olan “Fula” lakaplı bir şahıs varmış. Vapur, İzmir limanına yanaşınca İzmir’in yanmış yıkılmış halini görüp “Biz burada ne yaparız? Bizi başka bir yere gönderin!” demişler. Lisan bilmedikleri için bunu -Fula- yetkililere anlatmış. Onlarda en yakın ve toprağı elverişli olan Aydın’a sevk etmişler. Burada bir kısmı Mursallı bir kısımda Rumlardan kalan arazilere iskân edilmişler. Diğerleri (bizim sülale içinde) biz burada tarım hayvancılık yapamayız, bize daha geniş ve ekilip dikilecek tarlalar verin demişler. Yetkililerde onları alıp Afyonkarahisar’ın Sandıklı kazası Kurumlu köyüne göndermişler. Burada çadırlara yerleşmişler.
Bir müddet sonra sıtma salgını başlamış. Hastalıktan ve ölümlerden korkup oradan da ayrılmışlar ve Afyonkarahisar’a gelmişler. Kafilenin bir kısmı burada yerleşmiş. Bir kısmı da soğuk ve kışı bahane edip batıya doğru yönelmişler. En nihayet Uşak’ta iskân edilmişler.
Bu da oldukça zor olmuş. Kendilerine aile durumuna göre Rumlardan kalan evler ve tarlalar verilmiş. Daha önce Rumların boşalttığı evlerin bir kısmı yerli halk tarafından doldurulduğu için tahminen 70 kişilik ailelere ev verilememiş. Bir müddet bekletilmişler, sonra yerleştirilmişlerdir. Tahmin edileceği gibi Uşak ahalisi bu gelenlerden hoşlanmamış. Bazı aileler hariç lisan bakımından da anlaşamamışlar. Malların onlara peşkeş çekildiğini iddia edip onları dışlamışlardır. Onlarda kendi aralarında kapalı bir toplum olarak yaşamaya çalışmışlar ve türlü zorluklar çekmişler. Bunların başında lisan zorluğu gelmiştir.
Verilen tarlaların uzak köylerde olması, ekip biçmek için yeterli ekipmanlarının olmaması, ailelerin evli olan çocuklarının ayrı ayrı iskân edilmeleri onları zora sokmuştur. Hele bazı ailelerde babalarının ölmüş olması onları perişan etmiştir. Bunlardan bir tanesi de anneannemlerdi. Daha önce İstanbul’da olan iki abisi onları mübadele sonrası ne aramış, ne de sormuş, bir abisi de Afyonkarahisar’da iskân olunca dört çocuğu ile kendi başına kalmış, verilen evde bazen tok, bazen aç yaşamış. Aileler iskân olurken aynı aileden olan kardeşler ayrı iskân oldukları için ayrı soyadları almışlar. Misal babaannemin İbrahim’den olan çocukları Sait Yurdusev, Feyzullah Soyatlar, Abdullah ve Ali Çoğan soyadlarını almışlar. Teyzem İstanbul’da dayısının oğlu ile evlenmiş, Keskintepe soyadını almıştır. Saide ve İskender’in evliliklerinde Güllü, Çoşkun, Nevin ve Perihan dünyaya gelmiş, kocası ölünce tekrar Uşak’a dönmüşlerdir. Annem babamla evlenmiş Çoğan soyadını almış, çocukları Ragıp (ben), Kerime ve Rafet dünyaya gelmiş. Mustafa Dayım Safiye yengemle evlenmiş Saliha ve Sefa dünyaya gelmişler, Bakar soyadını almışlar. Mehmet Dayım hiç evlenmemiş. Huriye ninemde dul olarak öldü Çocuklardan erkek olanlar her türlü hizmet işinde çalışmışlar. Bu ayakkabı boyacılığı, aşçı yamaklığı, garsonluk gibi işler olmuş.
Bazıları çiftçilik yapmak için öküz, saban, kağnı ve diğer edevatları temin için Uşak’taki bazı ailelerle ortaklığa girip, mesela amcam Uşak’tan Ummuhanhocaoğlu ailesine, yarıcı olmuştur. Ekim ve hasat sonrası aile gelirin, elde edilen ürünün yarısını alırdı. Bunu da yapamayan kimseler hizmet sektörüne yönelişlerdir. Bunlar bağ, bahçe bakımı, odun kesme, taşıma, hamallık ve getir götür gibi işlerdir. Daha sonra tek arabacılık nakliye hizmetleri yapmışlardır. Burada şunu da yazmadan geçmeyeyim; kızlarda ev işleri, el işleri ile uğraşmışlardır. Annem daha sonra Üsküdarlılar lakabı ile anılan bir ailenin yanında makine ile çorap örme işinde çalışarak ailesine katkıda bulunmuş.
Bunları anlatmak basit ama bir de yapanlara sormak lazım. Ben konuya şöyle başlayayım; babaannem, Ali amcam, Rabia halam ve babam birlikte iskân olmuşlar. Evimizin konumunu anlatmıştım. Babam marangozluk mesleğini öğrendiği için o yönde çalışmaya başlamış. Amcam ise çiftçilik ile uğraşmış. Babam babaannem ölünce abisi ve ablası ile yaşamaya başlamış. Ve sonrada 1944 yılında komşuları olan annemle evlenmiş. Annem anneannemin en küçük kızı Hayriye sonra amcamlarla birlikte oturmaya başlamışlar. Amcamlar daha sonra anneannemi istememişler. O da bize hiç gelemezdi. 150 metre ötede biz ona giderdik. Aile içi anlaşmazlıklar da cabası.
Sonra biz Ünalan mahallesinde bir arsa alıp oraya yerleştik. Eski evin üst katını yıkıp, kerestesini yeni eve kullandık.
Biz yine dönelim eski mahalleye. Anlatmıştım şehrin son evi idik. Şimdiki şehirlerarası terminal binası (burası eski Bozkırlıoğlu mezarlığı) nın bulunduğu yer. Çevremiz tarla, harman yeri önümüz mezarlık.
Benim size anlatmak istediğim yerler değil, buraya yerleşenlerdir. Anlatacağım mahallede bütün evler bahçeli ve iki katlıdır. İlk olarak karşı komşumuzdan bahsedeceğim. Dış duvarlarına tenekeler çakılmış eski bir Rum evi İbrahim Serfeceli diye bir mübadil oturur. Tek arabacılık yapar, lakabı Kaymakam. Hanımı Huriye, çocukları Osman, Bedriye ve Ayşe. Yanlarındaki evde Mehmet Balkaç oturur. Sıhhıye, iğnecilik yapardı. Lakabı Bacula idi. Beş tane kızı vardı; Solmaz, Suzan, Şükran, Müjgan, Türkan. Onların yanında Ruşen Özkalp ve hanımı Remziye, çocukları İbrahim, Bekir ve Mehmet Özkalp otururdu. Bunların karşısında Zeynel Ağa, hanımı Melike ve çocukları Ahmet, Zeki ve Ayşe otururdu. Zeynel amca çiftçilik yapmaz, hizmet sektöründe çalışırdı. Annemin anlattığına göre büyük oğlu koca selde suya kapılmış, sonra kurtulmuş, fakat üşütmeden dolayı hastalanıp ölmüş.
O zamanlar Uşak’ta hastane var mı yok mu bilemiyorum. Yalnız hükümet tabibi dediğimiz bir doktor vardı. Annem beni hastalıktan bu tabibin kurtardığını anlatırdı. Yıllar sonra dayım beni onunla tanıştırdı. İsmi Süleyman Süzek. O zamanlar tedavi bazı kocakarı ilaçları ile yapılır, iyileşen iyileşir, ölen ölürdü.
Onların yan taraflarında babama dayı diyen Haydar Tiril ve hanımı Fatma, oğulları Mustafa oturmaktadırlar. Yanlarındaki evde ise Rahmi Tiril, hanımı Hacer, oğulları İsmail ve bir kızları oturmaktaydı. Onların bitişik evde Uşak’tan Kışlalılar oturmaktadır. Oradan geçen yolun karşısında sadece adını bildiğim Mübadil Sami vardı. Honaz’dan evlenip, oğlu Cihat dünyaya geldi. Onlara bitişik evde Selanikli namı ile anılan Fatma ve kocası Hüseyin, kızları Sevim ve Sabriye oturmaktaydı. Sonra Adil ağa isminde bir kişi geldi, oğlu Hasan’la oturmaya başladı. Mübadil olup olmadıklarını bilmiyorum. Şimdi bizim evin hizasından ilerleyip Karakıran çeşmesi dediğimiz çeşmenin yanına gelelim. Burada size hatırladığım bir olayı anlatayım. Biz bu çeşmeden 300- 400 metre uzakta Nur Okulu şimdiki ismi Cumhuriyet İlkokulunda mahallenin çocukları ile birlikte okuyoruz. Fakat suyu okulun içinde bulunan bir kuyudan tulumbadan çekip içiyorduk. Hakeza tuvaletlerde suyumuz yok. Bunu bilen müdürümüz. Zaten evi de okulun yanında idi, Karakıran çeşmesinin suyunun bir kısmını okula getirmek için teşebbüste bulundu. Bunun üzerine mahalle ayaklandı “suyumuzu böldürtmeyiz” diye. Çoğu okulda çocuğu okuyan ailelerdi. Sonunda müdürümüz bu işi halletti ve bizde çeşme suyuna kavuştuk.
Şimdi dönelim konumuza. Bu çeşmenin yanında oturan aile Hayrettin Ağan’ın oğulları biri Tahir, Meryem ile evli. Meryem dul kalmış, çocukları Kıymet ve Hikmet. Diğer oğlu Fethi, hanımı Hatice ve kızları Ganimet, Nuriye ve Azize, annesi Hala ( Kuto). Çeşme başında abdest alır ve herkesi tanırdı. Onların yanındaki evde anneannemler otururdu. Daha önce yazdığım gibi, kocası Süleyman, Veli ağanın kardeşi, mübadeleden önce Rumeli’nde öldüğü için dört çocuğu ile birlikte göç etmiş ve “dul karı” lakabını almıştır. Hatta göç esnasında 6 aylık olan annemi yolda terk etmeyi bile düşünmüş. İskânları Huriye, çocukları Mehmet, Mustafa, Saide ve Hayriye’dir. Aynı hizada birçok Rum evi olmasına rağmen bunlardan 8 ev sonra bir mübadele muhacirine rastlarız. Zülfü özenirler, hanımı Meliha yenge, çocukları Saibe, Sabahattin, Cahit ve Hüsamettin. Müjde sokaktaki mübadiller bunlar. Güldibi sokağa geçersek Zeki ağaları geçince Osman Dikkaya, çocukları Mehmet Ali, Alaattin, Fahrettin ve Saadettin, hanımı Nazife yenge. Onların yanındaki evde Hasan Gergin (kundas) “kısa” lakaplı hanımı Fatma, çocukları Asiye, Mehmet, Abbas ve Lütfiye ve Bahattin. Onların üst tarafında Akif hoca ve kardeşi, hala çocukları Hakkı oturmakta. Sonra Hakkı ile Asiye evlendi. Mehmet ve bir kızları oldu.
Güldibi sokakta devam edersek Arif ağanın evine geliriz. Hanımı Fatma, çocukları Osman, Mehmet, Sami ve bir kız çocuğu Hasibe’dir. İki ev sonra Niyazi Saçar’ın evi gelir, hanımı, çocukları Hayriye, Yaşar ve kız kardeşi Fatma Saçar. Bir ev sonra annemin amca çocukları olan, anneannemin kayını Veli ağanın çocukları Behlül ve Ali’nin oturdukları ev. Behlül’ün[U1] hanımı Fahriye, annemin teyzesi, çocukları Zeynep, Saffet ve Nimet. Behlül’ün kardeşi Ali, hanımı Naciye, çocukları İsmet (kız), İsmail, Neziha, Güzin ve Veli. Onların yanında ve bizim okulumuza bitişik olan evde Abdullah’ın hanımı Fatma, anneleri (Bumbina). O zaman 90 yaşlarında idi. En yaşlı tanıdığım mübadildi. Fatma’nın çocukları Nazif, Mehmet, Abbas ve Necmiye bizimle aynı soyadı taşımaktadırlar. Onların yanında bizim okuduğumuz okul. İki katlı eski bir Rum evi. Son gördüğümde yeni okul yapılmış ve eski okulun üst katı maalesef yıkılmıştı. Buna oldukça üzüldüm.
Güldibi sokakta, okulun yanında yine mübadillerden Süleyman Amca ve Refiye Teyzeler oturmaktalar. Çocukları Ahmet, Nazmiye ve Kadriye. Biz onlara misafirliğe gittiğimizde kahve dağıtılırken anneme kahve vermezler, benim tepkimi beklerlerdi. Ben ileri atılır, “anneme de kahve verin” derdim. Çünkü o kahveden bende içerdim.
Onların yanında etrafı o güne kadar gördüğüm en yüksek duvarlarla çevrili, daha önceleri İtalyan Mektebi olarak yapılmış bir yapı vardı. Çocukları ile arkadaş olmadan önce hep içerisini merak ederdim. Sonra Samantır soyadlı kardeşlerle arkadaş olunca içerisini gördüm, merakım bitti ama orayı nasıl aldıklarını hala düşünürüm.
Biz yine konumuza dönelim. Okul bahçesinin tam karşısında köşe başında Ahmet ağa otururdu. Metu derlerdi. Oğlu Mustafa ve Zülfü vardı. Bir gün harmandan geldiğinde karın ağrısı çektiğini ve sonra öldüğünü söylediler. Köşeyi dönünce Hüsnü Dikkaya ve hanımı Ummuhan yenge, çocukları Orhan ve Fahriye. Onların üst tarafında Talat amca, hanımı ve çocukları Nevzat ve Ayşe. Karşılarında Tevfik amca, hanımı Fatma (Büyük), çocukları Şakir, Hatice, Şadiye, Şahap. Onların üst tarafında Süleyman amca, hanımı Sabriye, çocukları Azmi, Zülfü, Bekir, Recep ve Fatma. Soyadları Gergin.
Şimdi kahvelerin önünden devlet karayoluna doğru çıkarsak bazı mübadillerin sadece isimlerini hatırlıyorum. Bunlardan biri Tenzile yenge ve kızları. Mustafa Yelken oğlu Fehmi. Murtaza amaca ve kızı Fatma. İsmail Mersin oğulları Erkan ve Erhan. Burada oturanlar Sait amca, hanımı Safiye, çocukları İbrahim, Şevket Şakir, Meliha ve Gülizar’dır. Onlardan sonra Mustafa amaca, eşi Gülizar yenge, çocukları Oral, Avni, Cemal, Ayşe, Neriman abla (Özenir). Mustafa amcanın kardeşi Ruşen amaca ve eşi Sabriye teyze, çocukları İsmet ve Süleyman Özenir. Onların altında Fatma ( Küçük), Niyazi enişte (Konyalı), çocukları Sedat, Nihat Eperdes. Daha sonra Sabri Amca, hanımı Asiye, çocukları Kadriye ve Fethiye. Buradan sonra Leman amca, hanımı Zeynep, onların çocukları Ferhat, Hacı, Kemal ve Turhan. Burada hatırladığım bir de İsmail amca var. Kendisi Saide yengemin kardeşi. Ankara’da hakim.
Buradan geçelim Feyzullah amcamların mahallesine. Amcam ve Safiye yengem, çocukları Muhterem, Lütfi, Mürrüvet ve Haşim Soyatlar. Oradan da kafile başkanı Fulanın (Mustafa) çocuklarına Saffet (kız), Hidayet ve Fethi. Saffet Mustafa ile evli, çocukları yok. Benim Uşakta hatırladığım mübadiller bunlar. Ölenlere Allahtan Rahmet, kalanlara sağlık ve sıhhatler dilerim. Bunları yazmamın nedeni 3. 4. Kuşakların kim olduklarını merak ederlerse hatırlamaları içindir. Allah kimseyi eşinden, aşından, işinden, hele vatanından ayırmasın. Ne kadar güç olduğunu onlara sormak lazım. Bunlara ilave olarak bazı evrakları da ekleyeceğim. Şimdilik bu kadar. Esen kalın. Bir de o köyün sadece ismi kaldı. Belki de o da kalmadı. Oraya gidip görenler araştıranlar hiçbir şey bulamıyorlar. Sadece hatıralar kaldı.