Murat Cehan’ın içeresinden hiç çıkmayan bu acı, belki de onu saz aşığı yaptı. İşte Murat Cehan’ın kendi kaleminden genç yaşta kara topraklara düşen ablası Fadime’nin öyküsü:
FADİMENİN DÜĞÜNÜ
Ben, yoksul bir işçi çocuğuyum. Anam öldü, babam öldü. Çocukluğum, köyümün taşlı, tozlu dar sokaklarında; yırtık pabuçlar, yamalı pantolonlar ve solgun bir benizle, yarı aç yarı tok hızlı koştuğum için köyün kadınları adıma '' Paça piresi'' koydukları için koşarak geçti. Bir öküzümüz, bir eşeğimiz ve bir de kara köpeğimiz vardı. Bir de sağınmalık ineğimiz. Babamın sevgisi gizliydi, sert adamdı yüreği kocamandı. koca bir çınar sessizliğinde. Gölgesi koyu ve serindi.
Anam, çilekeş, çalışkan bir Anadolu kadınıydı. Her şey ondan sorulur, her işi o yapardı. Sırtında üç aylık bebesiyle tarla tapan işlerini görür hayvanlara bakar çocuklarını büyütürdü. Babam beden işçisiydi, şeker fabrikasında. Sabahın köründe 12 km yolu yaya yürüyerek, karda, kışta, tozda, çamurda işine giderdi. 12 saat kazma kürekle kömür vagonu boşalttıktan sonra 12 km geri dönerdi eve. Mecali kalmaz, çorba bile içmeden uyuyakalırdı.
Evimizde soba yoktu; köyde varlıklı zenginlerde teneke sobalar vardı. Köyün yakınındaki çam ormanları, yakacak odunlarımızı tedarik ettiğimiz yerlerdi. Yaylaları kuşatan yemyeşil sık ağaçlarla bezenmiş, mis gibi ardıç kokulu, vazgeçilmez geçim kaynaklarımızdandı. Odunculuk, köyün geçimini sağlayan bir işti. Dağdan kesilen odunlar eşeklere yüklenir, şehirde satılır ve pazar alışverişi için harçlık yapılırdı.
Hayat böyle akıp giderken, okul çağım gelmeden oynamaya başlamıştım akranlarımla okul bahçesinde. Ancak arkadaşlarım zil çalıp sınıflarına girdiklerinde, yalnız başıma okul bahçesinde kalakalırdım. Anam gelip geçerken beni görür, yalnız kalışıma üzülürdü. Bir gün elimden tutup okulun muallimine götürdü ve beni okula kaydetmesini istedi. Ancak muallim çok küçük olduğumu söyleyip geri çevirdi. Anam sert bir kadındı, ısrarla muallime diretmişti. Muallim, "Kayıtsız gelsin, gitsin o zaman," dedi. O günden sonra bir kalem bir defterle kayıtsız okul hayatım başladı. Okulu seviyordum, öğrenmeyi çok seviyordum. O sene öğretmenler beni çok sevdi, hem kayıt yaptılar hem de ikinci sınıfa geçirdiler.
FADİME’YE DÜNÜR GELDİLER
Hayatın yükü ailemizin omuzlarına gitgide ağırlaşarak çökmeye başlamıştı. İki büyük ablam ve bir de küçük kız kardeşim, dört çocuk olarak hayatta kalmaya çalışıyorduk. En büyüğümüz ablam Fadime, 18 yaşında gelinlik bir kız olmuştu. Köyün en güzel kızlarındandı. Esmer yüzlü, uzun örüklü saçları, kömür karası gözleriyle ve güleç yüzüyle herkese kendini sevdirmişti. Fadime, köyde herkesin yardımına imece ile koşar, anamın bütün işlerinde en büyük yardımcısı, babamın sağ koluydu.
Bir gün, Fadime ablama dünürcüler geldi. Beklenmedik bir durumdu, çünkü teyzemin oğlu için gelmişlerdi. Babam bu evliliğe razı değildi. Anam ve ablam da istemiyordu. Ancak dünürcüler ısrarlıydı, kızı almak için bastırıyor, köyün ileri gelenlerini araya koyup istemeye geliyorlardı. Her seferinde babamdan ret cevabı alıyor ama ısrarla gelip gitmeler devam ediyordu. En sonunda babam baskılara dayanamayıp kızı istemeye istemeye vermeye razı oldu. Bu durum ablamı derinden yaralamıştı. İstemediği bir yere verilmek zoruna gitmiş, ancak babasını ezip geçememişti. Çaresiz boyun eğmişti verilen karara. Arkadaşları arasında çok sevildiği için arkadaşları da Fadime'nin durumuna üzülüyor, çaresiz onu teselli etmeye çalışıyorlardı. Fadime, arkadaşlarına "Benim babam ellerin babası gibi olsaydı, gönlümün sevdiği biriyle kaçar giderdim," demişti.
Artık sözün bittiği yerde düğün hazırlıkları başlamıştı. Yazmalar oyalanmış, fistanlar, yelekler, çeyiz sandığı, bohçalar hazırlanıyordu. Herkes bir telaş içinde hazırlık yapıyor, düğün günü yaklaşıyordu. Bir sabah erkenden Fadime, anası ve komşusuyla köy çeşmesi önünde çamaşır kazanı kurmuşlardı. Kazanın dolusunu ateşe kadar taşımıştı Fadime. Aniden karnında keskin bir ağrı hissetmiş ve o gün çamaşırı zor zahmet yıkamış, anasına durumu bildirmişti.
Anası köydeki şifacı kadınları çağırmış, ebeler ilacı yöntemlerle Fadime'nin karın ağrısına çare bulmaya çalışmışlar, ancak nafile. Fadime'nin hastalığı bir türlü iyiye gitmiyordu. Babası durumu öğrenince derhal kağnı arabasını koşup Fadime'yi şehre hastaneye yatırmıştı. Doktorlar Fadime'yi muayene ettikten sonra acil ameliyat edilmesi gerektiğini söyleyerek ameliyata aldılar, fakat yanlış teşhis yüzünden tekrar kapatıp ilaç tedavisine başladılar. Bir süre geçtikten sonra tekrar ameliyat kararı verildi ve ikinci ameliyatı oldu. Bu arada köy halkı Fadime'nin durumunu öğrenince kendi aralarında üzüntülerini belirten konuşmalar geçti kadınlar arasında.
FADİME’NİN ÇEYİZ SANDIĞI ORTADA KALDI
Fadime, hasta yatağında, anası başucunda kızının derdine çare bulunması için bir yandan dua ediyor, bir yandan doktorlara yalvarıyordu. Günler geçiyordu. Doktorlar Fadime'ye su içmesini yasaklamıştı. Susuzluktan kuruyan dudaklarını ıslatmak için anasına mendili uzatıp ıslatıp gelmesini istedi. Anası mendili ıslatıp getirdi ve Fadime, mendilin nemli uçlarını emerek susuzluğunu gidermeye çalıştı. Bir türkü tutturmuştu kısık sesiyle mırıldanarak:
"Penceresi siyah perde,
Yeni düştü ben bu derde,
Ben bu dertten ölür isem,
Nasıl yatam kara yerde."
Anası gözyaşlarını tutamayıp dışarı çıkmıştı. Geri döndüğünde Fadime, yüzüne ıslak mendili örtmüş, türkü söyleye söyleye ruhunu teslim etmişti. Anası feryatlar içinde çırpınıp gözyaşlarına boğulurken haber bütün köye duyuldu. Köy, adeta feryatların gökyüzüne yükseldiği matem yerine dönmüş, yediden yetmişe bütün köy halkı Fadime'nin ölümüne ağlamıştı. O günden sonra aile yıkılmış, bu genç ölümü kaldıramamıştı.
Aradan birkaç ay geçmiş, kış bastırmıştı. O sene çok fazla kar yağmıştı. Toprak örtü damlar, yağan kar bir taraftan temizlenirken, bir yandan akan yerler yamanıyordu. Kış geçmek bilmiyordu. Kar yağışı yüzünden evin damı çökmüş, durulmaz hale gelmişti. Kardeşleri babama atadan kalma evi vermek istemiyorlardı. Şehre göç etmek kaçınılmaz hale gelmişti. Üstelik anamın ısrarı da bu yöndeydi. Bir tek oğlan evladı olan beni şehirdeki okullarda okutmak istiyordu. Sonunda Fadime'nin çeyizi sandıkta kalmış, aile evsiz barksız köy yerinde ortada kalmıştı. Çaresiz, tarlayı ve öküzü satıp şehirden bir arsaya gecekondu yaparak şehir hayatı başlamıştı.
Bu hikayenin gerisi devam edebilir ama burada 18 yaşında nişanlıyken ani bir hastalık yüzünden düğününe bir hafta kala vefat eden ailemizin en büyük kız evladı babamın iki gözünün çiçeği anamın sağ kolubenim koruyucu meleğim Fadime ablamın hüzünlü hikayesini FADİME'NİN DÜĞÜNÜ adı altında sizlerle paylaşmak istedim sonuna kadar okuyup boğazınız düğümlenirse ruhuna bir dua gönderirseniz sevinirim...
Saygılarımla,
Murat Cehan