Yunan komutanı Trikopis'in bir fotoğrafını sosyal medya hesabından paylaşan Emekli Tuğgeneral ve Yeniçağ Yazarı Naim Babüroğlu 2 Eylül 1922 yılında Uşak'ta çekilmiş fotoğrafı şu notla paylaştı:

2 Eylül 1922, Uşak.

Yunan Komutanı Trikopis esir alınır.

Mustafa Kemal Paşa: "Vicdanınıza karşı vazifenizi yaptıysanız, içiniz rahat olabilirsiniz! En büyük komutanların bile esir oldukları tarihlerde yazılıdır. Mesela size Napolyon'u gösterebilirim" dedi.

Tarihin Kıskandığı Lider…

General Trikopis’in kılıcı

Yunan Ordusu Başkumandanı General Trikopis ile II. Yunan Kolordusu Komutanı General Diyenis ve bazı yüksek rütbeli subayların esir alınması. Türk kuvvetleri Eskişehir ve Dursunbey'e girdi. İzmir'deki ABD konsolosu Yunan ordusunun bitmiş olduğunu, yeniden kurtarılmasının mümkün olmayacağını hükümetine bildirdi.

Atatürk'ün, bugün esir alınan Yunan Generali Trikopis'in kılıcını Kâzım (Özalp) Paşa'ya armağan edişi ve yazısı:

"General Trikopis'in eşyası arasında ganimet olarak alınan kılıcını, siz kardeşime takdim ediyorum."

Trikopis Nasıl Esir Alındı?

Kurtuluş Savaşı’nın kesin bir zaferle sonuçlanmasıyla sadece Türk ulusunun özgürlüğü ve sonsuz yaşama azmi bütün dünyaya kabul ettirilmekle kalınmamış; yurdumuzu saran bir istila ve zulüm ordusu ezilmiş, Başkomutanı teslim bayrağını çekmek zorunda kalmıştı. Böylece Yunanlıların Megalo İdea düşleri tarihin tozlu sayfalarına gömülmüştü.

Bütün güçlüklere, bütün yokluklara, bütün zorluklara karşın Türk ordusunun düşmanı imha planı mükemmel hazırlanmıştı. Nitekim büyük zaferden sonra, Mustafa Kemal Paşa; Amerika’nın Ankara Büyükelçisi General Sherrill’in bir sorusuna verdiği yanıtla değişmeyecek bu sonucu vurguluyordu:

“Yunan Başkomutanı için iki olasılık vardı: ya savaş meydanında ölecek yahut teslim olacaktı. Bu iki olasılıktan başka olan üçüncüsü ise, imha plânımızın eksikliğine ve kusurluluğuna delâlet ederdi. Halbuki bu plan dikkatle hazırlanmıştı.”

Savaş planını mükemmel bir dikkat ve titizlikle hazırlayan Atatürk, ordularımızın son saldırısına bizzat komuta etmek üzere Batı Cephesi Karargahına gitmeden önce Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin kurucusu Recep Zühtü Soyak’ı çağırarak gazetede şunları yazmasını istemişti:

“Çankaya’da Gazi Hazretleri bir çay ziyafeti vermiş ve toplantıda hükümet erkanı bulunmuştur…”

Bu direktif ertesi günkü gazetede yayınlanacaktı.

Recep Zühtü Bey’in, “Paşam, beni de maiyetinize almayacak mısınız?” sorusuna, Atatürk gülümseyerek şu yanıtı veriyordu:

Senin burada vazifen var… Verilmemiş bir çay ziyafetinde bulunacaksın, bir araya gelmemiş insanlardan, konuşulmamış konulardan bahsedeceksin ve bu hayali toplantıya Ankara’yı inandıracaksın. Az iş mi bu? Sonra gazetede hazırlıklarınız tam olsun. İlâveler ve tebliğler neşretmek gerekecek…

Atatürk bu sözleriyle, cepheye hareketinin kesinlikle gizli tutulmasını istediğini belirtiyordu.

Bundan sonra Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’yı, Konya yolu ile Akşehir’in Şuhut kasabasına, oradan da Kocatepe yakınındaki Çadırlı Ordugâhında görüyoruz. Tarih 25 Ağustos 1922’dir. Mustafa Kemal, evrensel bir kıymet taşıyan ve ordularının düşman kuvvetlerini ezerek, başkomutanlarını esir alacağı büyük Türk saldırısını buradan, bizzat komuta edecektir.

Kurtuluş Savaşı’nda diğer birliklerle beraber üzerine aldığı ağır görevi, güç şartlar içinde hakkıyla yerine getirerek düşmanı perişan edip, teslim olmalarını sağlayan kuvvetimiz Beşinci Kafkas Tümeni olmuştur. 17 Ağustos gecesi bu tümen komutanlığı aldığı şifreli bir emir gereğince Hamidiye, Kurucaova, Ağılören üzerinden, ertesi gece Akarçay güneyindeki Doğanlar, Yeniköy, Kadıköy bölgesine intikal etmişti. İşte bu bölgeden Büyük Taarruz’a katılan tümen birlikleri, 2 Eylül günü birçok çarpışmadan sonra Uşak’ın kuzey doğusunda ve Elma Dağı’nın güney doğusunda bulunan Göğem Köyü’nün doğu civarına yaklaştığında, Karacahisar ve Mütekarrip köylerinin alevler içinde yanmakta olduğu haberini almıştı. 30 Ağustos imha savaşlarından kurtulan kalabalık bir düşman kuvvetinin bu köyleri basarak, yakıp-yıkarak Uşak istikametinde çekilmekte olduğu anlaşıldığından, Beşinci Kafkas Fırkası Komutanı Halit Bey, Tümen Süvari Bölüğünü batıda Kosur Deresi tarafından Karacahisar Köyü istikametinde keşfe, Tümen 9. Alayını da Süvari Bölüğünü takiben Karacahisar Köyü güneyindeki tepeleri işgal etmek üzere göndermişti.

Dokuzuncu Alay Komutanı, Hopalı Yarbay Ali Rıza Bey’di. Bilâhare bu alay Zeep Köyünde, 10. Alay Göğem Köyü’nün kuzeyindeki Bölmelik Tepe gerisinde, 13. Alay da ihtiyatta bulunuyordu. Ayrıca 2 adet topçu taburu da mevzilerine girmişti.

Tümen gözetleme yerini Bölmelik Tepe’de kurmuş olan Halit Bey, batarya dürbünü ile bizzat yaptığı gözetleme sırasında Elma Dağı doğusu eteğindeki Karacahisar Köyü’nün yanmakta olduğunu, Elma Dağından Kosur Deresi’ne doğru uzanan ve köye hâkim bulunan sırt üzerinde düzensiz düşman askerlerinin dolaştığını görmüştü. Daha önce keşfe gönderilen Süvari Bölüğü, düşmana yaklaşarak derhal attan inmiş ve Karacahisar civarındaki sırtta savaşa başlamıştı. Elma Dağı düşmanın işgali altında idi. Buradaki düşman kuvveti 10-12 bin kişi tahmin edilmekte idi.

Trikopis Esir Alınıyor

Halit Bey, düşman ve kendi birliğinin durumu hakkındaki raporunu bir süvari ile Kolorduya göndermişti. Vakit ikindiye doğru idi. 9. Piyade Alayının Karacahisar sırtlarını ele geçirdiği sıralarda, düşmanın ateş ederek karşı koyması beklenirken, Elma Dağı üzerinden bir beyaz bayrak sallandığı görülüyordu. Düşman teslim olduğunu bildiriyordu. Bir müddet sonra bir süvari takım subayımızla, küçük rütbeli bir Yunan zabiti, Tümen Komutanının yanına getirilmişti. Gelen zabit, Yunan orduları Başkomutanı General Trikopis’in teslim olmaya karar verdiğini, teslim alınmaları için kendisini temsilci olarak gönderdiğini söylüyordu.

Halit Bey, Liva Komutanı Hopalı Yarbay Ali Rıza Bey’e temsilcinin getirdiği haberi bildirerek gidip derhal Yunanlıları teslim almasını, esirlerin silahlarına el koyulmasını, askerlerin Zeep Köyü’nde gözetim altına alınmasını, yaralıların ise Göğem Köyü’ndeki Sıhhiye Bölüğüne gönderilmesini ve generallerin fırka tarassut yerine yollanmasını emretmişti. Bu emrin tatbikine başlanıldığı sırada güneş ufukta batıyordu.

2 Eylül 1922 gecesi saat 10.30 sıralarında süvari bölüğü komutanı Sivaslı Yüzbaşı Ahmet Bey (Sakallı Ahmet Bey diye tanınan) esir generaller ve maiyetlerini Bölmelik Tepe’deki (Çakmaklı Tepe) Beşinci Kafkas Fırkası Komutanı Kurmay Albay Dadaylı Halit Bey’in (Halit Akmansü) yanına getirmişti.

Esir alınanlar şunlardı:

 Yunan Kuvvetleri Başkomutanı General A. Trikopis,

 2. Kolordu Komutanı General Dijennis,

 2. Kolordu Kurmay Başkanı Albay Yuvannis,

 İzmir’e ilk çıkan 13. Tümen Komutanı Albay Vandelis

 Albay Kalinalis ile beraberlerinde bulunan yaverleri…

Esir general ve komutanlar atla gelmelerine rağmen çok bitkin ve karamsardılar. Trikopis atından inip Halit Bey’in yanına yaklaşarak, Fransızca “Komutan kim?” diye sorarak, teslim olacağı komutanı arıyordu. Çünkü kendisi parlak üniformalarını giyinmiş, muntazam kıyafette idi. Oysa Halit Bey, savaşın gürültüsü patırtısı içinde formunu kaybetmiş, hâki renkli manevra elbisesi ile bilfiil savaşıyordu. Değil iyi ve ütülü bir elbiseyi giymesine, bulmasına bile olanak yoktu. Günlerdir tıraş olmaya bile fırsat bulamamış, sakalları uzadıkça uzamıştı. Trikopis’in, Halit Bey’in görünüşe bakarak komutan olduğunu anlaması çok zordu. Halit Bey, Yunan orduları Başkomutanı Trikopis’i daha fazla merak içinde bırakmadan mükemmel Fransızcası ile “Komutan benim! Hoş geldiniz… Buyurunuz, oturalım…” tanıtını verdi.

Trikopis’le Halit Bey arasında geçen, yukarıda belirttiğimiz konuşmadan sonra Çadırlı Ordugâhının önüne yakılan bir kır ateşinin etrafına hep birlikte oturmuşlardı. Esir generaller aç ve perişandı. Halit Bey, karargâh komutanına esirlere bir ikramda bulunulmasını emretmişti. Fakat aşağı ileride bulunan Göğem Köyü’ne erzak temin edilmesi için gönderilen mekkâre boş olarak dönmek mecburiyetinde kalmıştı. Köyde sağ kalanların verdikleri cevaplar pek enteresandı. Köylüler daha birkaç saat evveline kadar, köylerini, yurtlarını yakan ve kendilerine her çeşit zulmü yapan düşman subaylarına hiçbir yiyecek, hatta bir dilim ekmek veremeyeceklerini, ama komutan için (Halit Bey) canlarını bile fedaya hazır olduklarını ifade ediyor, özür diliyorlardı.

Köylüler bu davranışlarında yerden göğe kadar haklıydı. Düşmanın ve bilhassa, o gün esirlerin içinde hasta halde bulunan General Dijennis’in yaptıkları, “Tahkik-i Mezalim Cemiyeti” raporlarında insanlık dışı uygulamaların en feci örneklerinden biri olarak tarihin derinliklerine intikal etmişti…

Yapacak bir şey yoktu, bu durumda kendilerine çay, zeytin ve ekmek ikram edilmiş, karınlarını doyurmuşlardı. Yanan ateşin çevresinde toplanmışlar, yorgun ve ıstırap içinde bekliyorlardı. Bilhassa İkinci Yunan Kolordusu Komutanı Dijennis, yaptıklarının karşılığını göreceği korkusuyla Halit Bey’in yüzüne bile bakamıyordu. 13. Tümen Kumandanı Vandelis ise gözlerini yummuş, pek düşünceli ve bitkin bir haldeydi. Bu sırada Halit Bey’in Uşak’taki Kolordu Komutanlığına ilettiği mesajına yanıt gelmişti. Esir generallerin derhal Uşak’a gönderilmesi ve bu sırada tetikte olmaları bildiriliyordu. Fakat esirler çok yorgun ve bitkindiler; Dijennis ise hastaydı. Esir subaylar, hemen gönderilmek yerine yarın yola çıkarılmaları ricasında bulundular. Halit Bey zaten durumu görüyordu, kendisi de aynı düşüncede idi. Tüm yaptıklarına karşın Dijennis de dahil olmak üzere onları Türk’ün geleneksel konukseverliğine yakışır tarzda, fırka karargâhındaki mahrutî çadırlarda misafir ederek ağırlamış, yaralı ve hastalan sıhhiye bölüğünde tedavi ettirmişti.

Ertesi gün yani 3 Eylül 1922 günü esirler, kendilerine ikram edilen sabah kahvaltısından sonra, Beşinci Tümen’in süvari bölüğü ile bu bölüğün komutanı Sivaslı Yüzbaşı Ahmet Bey’in refakatinde Uşak’a sevk edilmişlerdi. Esir generaller yine kendi atlarıyla yola çıkarılmışlar, yaralılar ise halktan alınan kağnılarla Uşak’taki askeri hastaneye gönderilmişlerdi.

Bu sıralarda Türk Orduları Başkomutanı Mustafa Kemal Paşa ile Cephe Komutanı İsmet Paşa, Birinci Ordu Komutanı Nurettin Paşa ve Dördüncü Kolordu Komutanı Kemalettin Sami Paşa Uşak’ta bulunuyorlardı.

Atatürk’ün yaveri Muzaffer Kılıç’ın ifade ettiği üzere, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, Trikopis’in esareti haberini aldığı zaman, kendisiyle görüşmek istemişti. Bu sırada bir Kipert paftasından harekâtı takip ediyordu. Trikopis’i huzuruna kabul ederek şu soruyu sormuştu:

“Bundan birkaç ay evvel başkomutanınız Hacı Anesti cepheyi teftişten avdetinde, gazetecilere vâki beyanatında “Mustafa Kemal mi? Fakat bu isimde bir kumandan tanımıyorum, cephede hiç bir yerde rast gelemedim” demişti. Şimdi bir haftadır meydan-ı muharebedeyim. Başkumandanınızı göremedim. Nerededir?

Mustafa Kemal bu sözleriyle muharebenin başlangıcında Yunan Hükümetinin Hacı Anesti’nin yerine Yunan Orduları Başkumandanı tayin ettiği fakat yollar süvarilerimiz tarafından kesilip emrin elimize geçmesi üzerine, durumdan habersiz olan Trikopis’e Başkomutanlığını tebliğ etmişti

Bu gün. Kurtuluş Savaşımızın bütün dünyayı hayretler içinde bırakan olayının yani, düşman Başkomutanı Trikopis’le diğer generallerin esir alındığı ve Halit Bey’in Karargâhı olan yerde 3,5 metre yüksekliğinde mütevazı bir anıt yükselir.

Bu yer Göğem köyü kuzeyindeki Bölmelik (Çakmaklı) Tepededir. İşte bu gayet mütevazı anıtın mermeri üzerine pirinçten yapılmış bir plâka üzerine iri harflerle pek önemli bir kitabe yazılmıştır.

Türk ulusunun bağımsızlık ve vatan aşkını, Türk ordularının fedakâr kahramanlığım, kıymeti sonsuz bir kanıt halinde sonsuzluğa devretmekte olan anıtın kitabesinde şunlar yazılıdır:

Ey Türk Oğlu…

Burası 2/3 Eylül 1922 Cumartesi saat 22.30’da Yunan Orduları Başkumandanı General Trikopis ile maiyetinde bulunan İkinci Kolordu Kumandanı Albay Vangelis, Albay Kalinalis ve kurmay başkanları ile yaverlerinin muzaffer Türk Ordularının Beşinci Kafkas Tümeni Komutanı Kurmay Albay Dadaylı Halit Bey — Akmansü — tarafından teslim alındığı yerdir.

Burada çevreni gururla seyret… Türklüğün istiklâl aşkına ve Türk Ordularının kahramanlığına inan ve güvenini tazele. Türklüğün geleceğine hız alarak ayrıl.

Uşak Valisi Ergün'ün Ahilik Haftası Mesajı Uşak Valisi Ergün'ün Ahilik Haftası Mesajı

 

SALİH KILINÇ / ARAŞTIRMA)

Editör: Seher ZEYBEK