18 Temmuz 1919 Eşme Müftüsü Ahmet Nazif ve Kadın Efe

İzmir Reddi İlhak Cemiyeti’nin 14 Mayıs 1919 tarihli Reddi İlhak Maşatlık Bildirisi 'yle Alaşehir ’e geçenlerden biriside İzmirli Selahattin (Sarp) Bey’dir. Selahattin (Sarp) Bey, Şahyarlı Mustafa (Şahyar)Bey komutasındaki Alaşehir Gönüllü Müfrezesi/Poyraz Çetesi ve Eşme Müftüsü Ahmet Nazif (Yılmaz) Efendi komutasındaki Eşme Gönüllü Müfrezesi ile 18 Temmuz 1919 günü Bozdağ Cephesi 'ne katılmıştır. Bozdağ Cephesi’ne hareket eden birliklerin içinde Kadın Efe diye bilinen Alaşehir Avukatlarından Ahmet Enis Efendi’nin eşi Fatma Ruhiye Hanım’da vardır.Selahattin (Sarp) Bey hatıratında 18 Temmuz 1919 günü başlayan bu yolculuğu şöyle anlatmaktadır ;

Kadınefe

Uşak Valiliği ve Belediyesi müzik konusunda anlaşamadı Uşak Valiliği ve Belediyesi müzik konusunda anlaşamadı

Millî Mücadelenin İlk Kahraman Türk Kadını

Selahattin Sarp/ İzmir Belediyesi

Alsancak Vergi Dairesi Şefi

Türkiye haritasının her tarafını kapkara bulutlar sarmış ve İzmir işgal edilerek kara günler kararıp kalmış iken her yerde olduğu gibi Alaşehir’de de milli galeyan (coşku) başlamış ve bunun neticesi olarak da (Reddi İlhak ve Kuvayı Milliye) teşkilatının kurulması ve istilaya uğrayacak topraklar içerisinde esir ve zelil ölmek veya öldürülmekten ise, silaha sarılıp vatanımızı kurtarmak pahasına kahramanca ölmek kararı milletçe verilmişti. Bu kararın icabı olarak, Süleyman ve Hüseyin Paşazade Mustafa Beyler Eski Cami Medresesi’nin küçük bir ocağında buluşmuşlar ve müteşebbis heyet olarak yapacakları işi kararlaştırmışlardı. İzmir işgalinin vukuundan ve İzmir kanlar içerisinde milli orduya muavenet (yardım) cümlelerini havi (içeren) telgrafa muttali (haberdar) olunduktan sonra, maliyedeki vazifemden kalemi atarak ayrılmış, kendisine mürşit (rehber) arayan insanlar gibi avare dolaşmaya başlamıştım.

Süleyman ve Mustafa Beyler tarafından bu küçük odaya çağrıldım. Millî mücadele uğrunda vazife kabul edip etmeyeceğim sorulunca: “Kanımın son damlasını akıtıncaya kadar verilecek her işi seve seve yapacağımı” ve “bu tekliflerinden dolayı da minnettar kaldığımı” ayrıca arz ettim.

(…) Saatler, günler geçiyor, Eski Cami yeni ümit kaynağı, fedailer durağı oluyordu. Kuvayı Milliye Kumandanlığınca artık verilmiş altmış kişilik bir grup halinde, düşmanı nerede bulabilirsek vuruşmak üzere Alaşehir’den hareket etmiş idik.

 (…) Merkezimizi Sart harabeleri ve istasyonuna nakletmiş, ellerimizde bulunan mavzerlerle düşmanın topuna, makineli tüfeğine, tayyaresine, süvarisine, bombasına mukavemet edecek (karşı koyacak), onu vatanımızın harimi ismetinde (namus ocağında) boğmaya çalışacak veya şerefle ölecektik.

(…) Kahraman bir Türk kadını ise, bakalım neler yapmak istiyordu. Ahmetli muhasarasının (kuşatmasının) bir şehidine, Sart mücadelesinde bir yenisinin ilave edilmiş olduğu kanaati Çakallar’daki merkezimizden Alaşehir’e duyuruluyor. Alaşehir’de Avukat Ahmet Enis Efendi’nin eşi Ruhiye Hanım adındaki bir kadın, evlatlarından Saim adındakini Selanik’te şehit vermiş, bir diğerinin de anavatanda Sart çarpışmalarında yine şehit düşmüş olduğu yolundaki bir haberi aldığında artık benliğinden geçmiştir. Her iki evladının aynı düşman tarafından şehit edilmiş olması, onun ruhunda Yunanlılara karşı derin bir nefret ve intikam hissi uyandırmış, hem de öz vatanımızda yegâne istinadı (dayanağı) ve medarı tesellisi olan evladını bu reziller neden elinden almış ve bu alçaklar niçin buralara gelmişler. Bütün anaları evlatsız koymak, boyunlarını bükmek için mi? Hayır hiçbir Türk kadını buna tahammül edemez. Ben de etmeyeceğim, kararı katisiyle Eski Cami Medresesi’ndeki Kuvayı Milliye Kumandanlığı”na müracaat ederek, harbe gönüllü gideceğinden kabulünü rica ediyor. Sevinçle karşılanan bu arzu üzerine Türk kadınına has bir milli kıyafet şekli düşünülüyor. Hüseyin Paşazade Mustafa Bey ailesi Belkıs Hanım tarafından hazırlanan bu kıyafet şekli çok cazip ve muhip(sevecen) bir manzara da arz ediyor. Validenin müracaatı ile Kuvayı Milliye teşkilatının çehresi ve şekli değişiyor. Topraklarını istila eden bir düşmanın mana ve ehemmiyeti ne olabilir ki, bundan bir Türk kadınının bile pervası bulunmuyor. Teşkilat kendisine bir dişi aslan da kazanmış, o halde bir kör düğümün de çözülmesi gerekiyor. Bu da ancak dini kısma müteallik (bağlı) buluyor. Bu kaynaşma dolayısı ile Eşme’den koşarak gelmiş Eşme Müftüsü ile Alaşehir Kadı Şeyh Camii İmamı Himmet Hoca Millî Mücadele’ye iştiraki kabul ettiklerinden kendi kıyafetlerinde ve haddinden fazla fişeklerle silahlanıyordu. İki hoca efendi, bir kahraman kadının pür silah bir araya gelmesi temaşasına doyulmaz öyle bir manzara arz ediyor ki: Alaşehir yerinden oynuyor, halk coştukça coşuyor. Kuvayı Milliye Kumandanlığı şimdilik kâfi kuvveti temin etmiş evvelce yolladığı altmış kişilik kuvvetin takviyesine karar vermiştir. 500 kişiyi aşan bu takviye kuvveti hazırlanmış, hareket etmek üzeredir.

(…) Önde al bir at üzerine binmiş, filintasını kucağına almış Kuvayı Milliye Kumandanı Mustafa Bey, onun arkasında beyaz bir at üzerinde koyu lacivert renkte ay yıldızlı milli bir kıyafet, aynı renk kumaştan başörtüsü çene altından dolaştırılarak bağlanmış, belinde bir kemer, bu kemerin bir tarafına takılmış bir kılıç, diğer tarafında bir tabanca ile atı sağ ve sola oynamakta ve bana yabancı gelmeyen bir sima. Onu takiben bir karuça/yaylı at arabası içerisinde pür silah ve mağrur oturmuş Eşme Müftüsü ile Himmet Hoca ve arabayı takiben de silahlı kahramanlar...

 (…) Ok yayından fırlamış mutlaka hedefini bulacaktı. Hemen duvar üzerinde ayağa kalktım. Kuvayı Milliye Kumandanı ’nın efevari verdiği selama mukabelede bulunduktan sonra, tam önüme gelen beyaz atlıya sevinç gözyaşlarımı zor zapt ederek boğazımda düğümlenen bir galeyanı gidermek için uğraşıp titrek ve fakat gür bir sesle “Anne” diyebildim. Başını bana çevirdi, beni tepeden tırnağa dikkatle ve dalgın nazarlarla iyice süzdükten sonra “Ben cepheye gidiyorum arkamdan sen de gel” dedi ve o oynak beyaz atı mahmuzlayıp geçip gitti. Hocaların rehberliği altında yüksek seslerle getirilen tekbirler yine başlamış ve önümden manga kolu ile geçerlerken tutturduğum alkıştan ellerim kabarmıştı. Bu kahramanlar kafilesi Çakallar’a gidiyordu.

(…) Müftülük mührü resmisini havi ilk fetva; o muhterem hoca efendiler tarafından veriliyor ve aynen şöyle deniyordu: “Mülk ve milletine saldıran, iffet ve namusuna göz koyan bir din düşmanına karşı çıkıp da silahlı mücadelede ölen şehit dönen gazi olur mu?” El cevap: olur. İşte bu ilk fetva teksir edilerek dağılıyor, bir taraftan da kasıklarından koltuk altlarına kadar fişeklerle süslenmiş ve koca boynuz ağır gelmez misali meşhurunu tekrarlayan iki hoca efendi ile kadın kahraman Ruhiye Hanım yaya olarak her öğle namaz vakti Salihli’nin o meşhur caddesi üzerinde ağır adımlarla camiye giderek vaaz ediyorlar. Eşme’nin muhterem müftüsü namazdan sonra vaaz yerine çıktığında cemaate hiçbir şeyden korkusu olmadığını, silahlı ve mücehhez (donanmış) bulunduğunu söyleyerek silahını dayıyor ve vaazına başlıyor. Kurulmuş olan Kuvayı Milliye Teşkilatı’nın meşru olduğunu, Sart harabelerine kadar gelmiş olan düşmana dur ve topraklarımızdan defol emri verilmezse yarın veyahut daha sonraları buralara da gelip malımıza, canımıza, namusumuza kastedeceğini boş düşüncelere kapılıp tereddüde düşerek vakit geçirilmemesini ve Milli kuvvetlerimize iltihak edilmesini tavsiye eyledikten sonra, “yoksa korkuyor musunuz?” yollu sualini müteakip camiin kadınlara mahsus olan yerinde pür silah vaazı dinlemekte olan Ruhiye Hanıma hitapla “hemşire hanım biraz oradan bakar mısınız?” demesi üzerine dimdik ayağa kalkan ve mühib (heybetli) manzaralı kahraman kadın cemaate hitaben düşmandan asla pervası (çekinmesi) olmadığını, yurdumuza göz dikenlerin er geç gözlerinin kör olacağını gür sesle ifade ettikten sonra müftü efendinin: “Bakınız bizde dişi aslan var sizler ki, hiç olmazsa onun kadar olmazsınız haydi buyurun evlerinize bulaşık ve çocuk bezi yıkamak sizlere düşüyor”, yollu tarizleri (dokundurmaları) ile hak ettikleri alkışları topluyorlar ve her üç kahraman camiden çıkarlarken yapılan tezahüratın seyrine doyum olmuyor. Ufaklık paralarla karıştırılmış şekerler, çiçekler sağanak halinde başlarından yerlere dökülüyor. Yine bu üç kahraman o meşhur cadde üzerindeki Şems Oteli önünde ve mahşeri bir kalabalık huzurunda sandalyelere oturarak musahabeye (sohbete) başlıyorlar. Aynı olay birkaç gün aynı şekilde tekrarlanıyor.

 (…) Çakallar’daki karargâhımızın yapılacak bir baskın dolayısıyla Çamur Hamamı’na muvakkaten (geçici) nakli kararlaştırılmış ve oradan da Birgi baskını idare edilmişti. Bu baskında Sart’tan gelebilecek bir çevirmeyi de önlemek üzere tertibat almış ve validemle birlikte bir mevzide nöbet tutmuştuk. Mühimce olan bu baskında Ispartalı Hoca Zade Nuri, Şakir Hoca, mahdumu (oğlu) Fevzi, Borazan Mustafa Çavuş adındaki kahramanları şehit vermiş ve düşmana hayli korkulu geceler yaşatmış ve telefat da verdirmiştik. Çakallar’daki karargâhımıza dönünce Çerkez Ethem Bey namındaki bir zatın Kuvayı Milliye Kumandanı ile görüşmek istediği haberi alınmıştı. Kumandan Mustafa Bey kendilerini kabul etti, hasbıhal esnasında Bandırma taraflarından olduğunu öğrendiğimiz zaman, Bandırma’da bizim de akrabalarımızdan bir zatın bulunduğunu ve isminin de Hacı Hafız Sami Efendi olduğunu ve kendisini tanıyıp tanımadığını sorduğumuzda, kendisine yapılan ilk yardımın (10.000 lira) Hacı Hafız Sami Efendi tarafından verildiğini beyan etmiş ise de bunun rızaen mi yoksa herhangi bir tesirle mi olduğu anlaşılamamıştır. O gün ve geceki konuşmada yapılacak baskınlar, tutulacak cepheler görüşüldü. Ethem Bey Bin Tepeler istikametinde faaliyet gösterecekti, ertesi günü karargahımızdan ayrılan sekiz kişilik bu küçük grup pek çabuk bir zamanda inkişaf ederek (gelişerek) bütün cepheye hâkim oldu. Kuvayı Milliye Kumandanı ‘nın kendisi olduğunu ve teşekkülün emri altında toplanmasını istedi, işte bu sebepten dolayıdır ki ilk teşekkülü vücuda getirmiş olan Mustafa Bey ile araları açıldı. Alaşehir’e çekilmiş olan Mustafa Bey’i, Alaşehir’de sıkıştırarak yok etmek istedi. İşte bu sırada Kozluca Köyü’nden Mesut Hoca’nın delaleti (yol göstermesi) ile ve Eskişehir tarikiyle kaçırarak bu badireyi atlatmış oldu. Mustafa Bey’in Nurettin Paşa ile yaptığı bir mülakatta, Alaşehir’deki hareketin nasıl geliştiğini ve akıbetini izah ederken, bir ara asıl isminin Fatma Ruhiye olmasından dolayı Kara Fatma diyerek validemden bahis açmış ve yaptıklarını anlatmıştı. Bilahare bu uğurda hizmete koşan birçok Türk kadınlarının bu ismi benimsedikleri bende bir kanaat olarak belirmişti. Mustafa Bey’in milli teşkilat başından ayrılmasını müteakip Kaymakam Deli Arif Bey gelmiş, Mustafa Bey teşkilatına mensup olan bizleri de Karakeçili Alayı’na almıştı. Bu alay Karahisar, Uşak ve Afyon taburlarından müteşekkil idi. Ben alayın Karahisar Tabur’unun ikinci bölüğüne girmiştim. Yüzbaşımız Turgutlu’dan Ali Rıza Çetin idi. Arif Bey Valide ’ye çok saygı gösteriyor, kendisini Alay merkezinde bulunduruyordu. Alaşehir’den tekrar Salihli cephesine hareket edildi. Ethem Bey ile Arif Bey arasındaki anlaşmaya göre, Bozdağ Cephesi Arif Bey’e verilmişti. Efelerden cepheyi teslim aldıktan sonra Gölcük’e nazır tepelerde mevzilendik. Ve taarruz için hazırlıklara başladık. Bir gece yapılacak taarruzun şekli bildirilmiş ve emri de verilmişti. Tan yerleri ağarırken bombacı bölüğü başta olmak üzere her bölükten ayrılan takımlar taarruza geçmiş bölüklerin mütebaki (geride kalan) kuvveti asıl yerlerinde mevzilenmişti. Hücuma geçen takımlar birer çavuş kumandasında düşmanı tarumar etmiş (dağıtmış) ve ricata (geri çekilmeye) mecbur bırakmıştı. Bu taarruzda Aslan Mehmet diye anılan bir kahraman tek başına ve ateşçisini yumrukla öldürdüğü ağır bir makineli tüfeği omuzlayarak kumandana getirmişti. Taarruz müspet bir şekilde neticelendikten sonra kendisini toparlayan düşman, Ödemiş’ten celp eylediği takviyelerle taarruza geçenleri plan icabı güya püskürtmüş ve onları yok etmek üzere bila perva (korkusuzca) ihtiyatı da (sakınmayı da) elden bırakmıştı. Mevzilerimizi de alelacele geçen hücum kıtalarımız arkasından gelen düşman, bu defa da pusuya düşürülmüş oluyordu. O gün akşama kadar devam eden muharebede bizim bölüğümüzden iki şehit ve bir yaralıya mukabil, düşmanın zayiatı binlere yaklaşıyordu. Bu taarruzda Ethem Bey’in vaat eylediği toplar da yetiştirilmiş olsaydı, Ödemiş’i almak işten bile olmayacaktı. Akşam karanlığı yavaş yavaş bastırmaya başlamış, yüzbaşımız ellerimizi sıkarak gazamızı kutladıktan sonra geri çekilme emrini vermişti. Bu sefer de bu top hadisesi yüzünden Arif Bey ile Ethem Bey’in arası açılmış, Bozdağ Cephesi’nin bu hazin neticesi dolayısıyla Ethem Bey de arkadan kuşatılmak tehlikesine maruz kalmamak üzere sırttaki mevzilerini terk ederek Gümüş Çayı’na çekilmiş, biz de Munamak’a gelerek istihkâm kazmaya başlamıştık. Arif Bey taarruz neticesinin bu şekilde tecellisini (sonuçlanmasını) bir türlü hazmedemiyordu. Siperler kazılırken teftişe giden kumandan askerlere ne yaptığını soruyor, onlar da “Ethem’in mezarını kazıyoruz” cevabını verince çok seviniyor, mutlaka Ethem Bey ile çarpışmak istiyordu. Ruhiye Hanım nişan talimlerinde bulunuyor, yaptığı atışlarda sekiz ve dokuz isabetler kaydediyordu. Her atışta Arif Bey tarafından alkışlanıyor ve bu sebepten de ayrıca, onun nazarında iyi bir intiba yaratmış oluyordu. Bu gerginliğin izalesine çalışan Fırka kumandanı Aşir ve Ömer Lütfü Bey’in tavassutu da (aracılığı da) para etmeyince, bu sefer o kahraman Türk kadının ricalarına, yalvarışlarına dayanamayan Arif Bey, Ethem Bey’i telefon başına çağırıyor. Ve aynen “Ethem Bey! Bir postta iki aslan oturmaz, işte ben gidiyorum” deyip telefonu kapatıyor ve dediği gibi de çekilip gidiyor. İki kardeş arasında vukuu mukarrer (şüphesiz) kavgayı önleyen ve doğacak çok müessif (keder verici) hadiselere bu defa da yalvarmakla muvaffak olan Ruhiye Hanım, vaziyetin bundan sonraki seyrini takip etmek üzere Munamak’tan Alaşehir’e gelmiştir. Arif Bey’in çekilmesi ile Fırka karargâhı faaliyete geçmiş ve Binbaşı ise, Ruhi Bey’i Munamak’a göndermişti. Yunanlıların Salihli’den başlayan umumi taarruzu sonunda hicrete mecbur kalınmış ve bundan sonraki kısım da zaten tarihçe tespit edilmişti. Ne hazin tecellidir ki (kaderdir ki), malı yağma edilmiş, mülkü yakılmış ve bunca mesaisi de cümlece malum bulunduğu halde, istirdattan (kurtuluştan) sonra yaptığı müracaatına, “muavenet(yardım) edilmesi elzemdir” mealinde İçişleri Bakanlığı’na gönderilen emir sarahat (açıklık) taşımadığı bahanesiyle Saruhan Vilayeti ’nin 5.2.1940 (1924) tarih ve 2292/128 numarasına kaydedilerek yarasına bir merhem vazifesi dahi görmeden kendisi ile birlikte rahmeti rahmana kavuşmuştur. Ruhu şad olsun.

Muhabir: SALİH KILINÇ