Ben, yaşamım ve meslek yaşamım süresince böyle renksiz, böyle tatsız tuzsuz bir seçim süreci görmedim.
Ben, yaşamım ve meslek yaşamım süresince böyle renksiz, böyle tatsız tuzsuz bir seçim süreci görmedim. Hangi partinin kazanacağı, kimin Uşak Belediye Başkanı olacağı Uşaklının umurunda bile değil.
Eskiden daha ağzımı açmadan sokaktaki Uşaklı bana; “Sen gazetecisin bilirsin. Söyle bakalım seçimde kim kazanacak? Kim önde?” diye sorardı.
Şimdi ben; “Seçimler hakkında ne düşünüyorsun? Söyle bakalım bu sene kim kazanır?” diye sormasam seçim olduğu kimsenin aklına bile gelmiyor. Soruma da genel olarak verilen cevap; “Ya birisi mutlaka kazanır” oluyor.
Ondan sonra da muhabbet hemen hayat pahalılığına dönüyor. İşte yumurtanın tanesi 5 liradan başlıyor. Doğalgaz, elektrik faturalarına geliyor. Hamsinin bile kilosunun 200 lira, etin 500 lira olduğu muhabbetiyle sona eriyor.
Uşak’taki siyasi parti ve başkan adaylarını da anlamıyorum. Klasik çarşı pazar gezmeleri, akşam evlerde toplantılar, sos olarak da üzerine sosyal medya paylaşımları.
Vatandaşta heyecan yaratacak, seçildiği takdirde hayata geçireceğe projeleri olduğuna inandıracak hiçbir atraksiyon yok. Uşaklı olarak bana uçuk kaçık projeler değil, hayatımı kolaylaştıracak basit işler lazım.
Uşak’ın makyajı çok güzel. Elhak, ana caddeler pırıl pırıl. Sayın Belediye Başkanımız ve diğer partilerin birbirinden değerli çok Sayın adayları ara sokaklara hiç giriyorlar mı? Bilmiyorum. Ama girseler şu konteynırlardan çöp toplayan patpatların yarattığı pisliği, sokakların yamru yumruluğunu, tozunu toprağını çamurunu suyunu görürlerdi herhalde.
Uşak’ta seçim yok. Vatandaşın derdi var…
Her seçim öncesi bu fıkrayı mutlaka yayınlarım. Bana göre, Türk insanın ve Uşaklımın halini anlatan en güzel fıkralardan birisidir.
BENİM ABİ DEVAM ET
Adamın biri yeni aldığı Mercedes arabasıyla İstanbul sokaklarında keyifle dolaşıyormuş. Kırmızı ışıkta durmuş. Bir kaç saniye sonra bir hafriyat kamyonu arkadan SHRANKKKKKK diye çarpmış.
Adam dışarı çıkıp bakınca kamyondan Temel inmiş ve başlamış yalvarmaya:
- Abi etme eyleme ben bu üç kuruş maaşla bu arabanın aynasını dahi alamam beni bağışla. Sen büyüksün abi yaptık bi eşşeklik bağışla abi beni.
Adam acımış Temel'e ve
- Tamam, tamam demiş çaresizce ve arabayı tamir ettirmek için doğruca servise yönelmiş.
Tam servise yaklaşmışken yine bir kırmızı ışıkta durmuş. Ve yine arkadan müthiş bir çarpma sesi...
Adam bir sinirle çıkmış arabasından ve bir bakmış yine Temel!
Temel camdan bağırmış :
-Benim abi ben, devam et!...
21. YÜZYILA YAKIŞAN BİR GÜZEL OLUŞUM
Bu kadar yıpratıcı ve sinir bozucu zamanların yaşandığı sıkıntılı ve gerilimli günlerde geçen yıl Haziran ayında bir davet aldım.
Emekli resim öğretmeni Dilşat Kaya can, bir kitap kulübü oluşturduğunu belirterek beni de davet etti. Sağ olsun.
Gidince kendimi susuz ve kurak çöl ortasında yemyeşil bir vahaya rastlayan Tosun Paşa gibi hissettim
Küçükçarşı’da bulunan Dilşat Kaya Sanat Atölyesinde birbirinden güzel tabloların arasında; Gülay ve Gülay öğretmenlerim, Elvan öğretmenim, Aysun ve Mete canlar,
Serap Hocam, Sevcan Öğretmenim, Ar Sevi kızımız, Özlem ve Bülent kardeşlerim…
Hepsi birbirinden bilgili, değerli, kimi öğretmen, kimi doktor, kimi mühendis, yüksek lisans yapanı bile var.
Hepsi de “Baş yere baktıkça yükselir” felsefesi ile alçak gönüllü, kimsenin dedikodusunu yapmadan, kötü söz söylemeden bir kitap belirliyoruz ve 21 gün sonra o kitabı okuyarak değerlendiriyoruz.
Türk ve dünya edebiyatının seçkin eserlerini tekrar okuma şansı yakalıyoruz. Dediğim gibi dedikodu yok, kuyu kazmak yok, çirkinlik yok.
Ya ne var?
Şiir var, roman var, edebiyat var, felsefe var.
Sevgi var, saygı var.
Kısacası güzellik var.
Topluluğumuzun adı da “Uşak 21 Gün Sanat ve Kitap Grubu”
Güzelliklerde buluşmak çok güzel…